Kayıtlar

Eylül, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni Anayasa: Gerçekçi ol, imkansızı iste!

Referandum oylaması sürerken, “Türkiye’nin daha özgürlükçü bir Anayasaya ihtiyacı var” diye yazmıştım. Gelinen nokta, AKP ve CHP’nin bu ihtiyaç konusunda uzlaşma temennisinde olduğunu gösteriyor. Başbakan’ın “başörtüsü”nü; Kılıçdaroğlu’nun “türbanla beraber, dokunulmazlığın kaldırılması, barajın düşürülmesi ve YÖK’ün kaldırılması”nı dillendirdikleri süreç, yeni Anayasa tartışmalarının nasıl bir seyir izleyeceğinin de işaretini veriyor. PKK’nın başvurduğu silahlı propaganda yöntemiyle gündemin baş sırasına oturan Kürt sorunu, “başörtüsü-şeriat” ve “Alevilik-zındıklık” ikilemleriyle inanç özgürlüğü sorunu, yolsuzlukla yakından ilişkili dokunulmazlıklar ve temel hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde kullanıldığı üniversiteleri cendere altına alan YÖK sorunu, Türkiye’nin temele sorunları olarak biliniyor. Resmi konsept, bugüne kadar, Kürtlerin kimliklerinin tanınması mücadelesini “bölücülük”, başörtüsü talebini “şeriat”, Alevilerin taleplerini “zındıklık” olarak gördü. Bu nedenle seçim bar

Referandum sonrası Türkiye

AKP Hükümetinin, resmi konsepti kendi konseptiyle değiştirme stratejisi adım adım işliyor. Karşılarında, resmi konseptin kuyruğuna takılmamış bir alternatif olmadığı için hala güçlüler ve güçlerini de artırıyorlar. CHP'de Kılıçdaroğlu ile değişen hava, eski hastalıkların nüksetmesi nedeniyle yerini bildik bir havaya bırakmak üzere. Bütün bunlar henüz Hükümetin bir alternatifi olmadığını gösteriyor. Referandum, AKP, CHP ve BDP gibi, üç önemli politik hattın varlığını tescillemiş bulunuyor. Referandumda hesaba katılmak istenmeyen boykotun dışında kalan oylar yüzdesinde 58 olan “evet”in resmi konsept ile o konsepte karşı olan AKP’nin yarattığı çatlağın büyüdüğü söyleniyor. Önem atfedilen taraflarından biri gibi görülen ordunun Hükümetin suyuna gidiyor olması dolayısıyla bir “çatlak” ve “kırıklık”tan bahsetmek çok sahici görünmüyor. Ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını dizginsiz satışa çıkartan, boş bulduğu derenin üstüne hidroelektirik santrali kurmaya kalkışan Hükümetin icraatl

Daha özgürlükçü bir Anayasa!

Bu yazı yazıldığında sonuç henüz belli değildi. Sonuç, tarihe evet ya da hayır olarak geçecek! Yüzde 92 oranında “evet”le tastiklenmiş ’82 Anayasası’nın bir kısmının değişmesi için “evet” verecekler de; o kısmının değişmesinin bir şey değiştirmeyeceğine inanarak “hayır” verecekler de bugünden itibaren daha demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa istedikleri için iradelerini ortaya koydular. Hem “evet”in motoru niteliğindeki Başbakan’ın hem de “hayır”ın dinamosu rolündeki Kılıçdaroğlu’nun söylemleri de bu isteği destekler nitelikte. Artık Türkiye’nin yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var. Anayasalar değişse de, temel düşman konseptinin ebed müddet korunduğu bir mantaliteyle hazırlanan Anayasaların ülkenin derdine çare olmadığı görülüyor. Türkiye’de Kürt denilince “bölünme”nin; dindar denildiğinde “şeriat”ın; Alevi denildiğinde “zındık ve mülhid”in; özgürlük ve demokrasi denildiğinde akla “komünizm”in gelmesi, Cumhuriyet’in düşman konseptinin çerçevesini çiziyor. Bu konsept, ‘61’e kadar varlığın

12 Eylül'de 12 Eylül'e hayır demek!

Devrimci 78’liler Federasyonu’nun Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açtığı “Utanç Müzesi”, 12 Eylül tanıklıklarını gündeme getiriyor ve belleklerimizi tazelemeyi amaçlıyor. Bundan altı yıl önce de 12 Eylül bir Pazar’a gelmişti; o gün, bir gazetenin Pazar ekine yazdığım “12 Eylül’den artakalanlar” başlıklı yazımda, “Bugün Deniz'e övgüler dizilip Altındağlı sarı çocuk(Necdet Adalı) denildiğinde yüzünüze anlamsız bakılıyorsa nedeni, zulmün uzun erimli olmasını sağlamak için bellek siliciliğine gidilmiş olmasıdır” demiştim. Bu sene de 12 Eylül Pazar’a geliyor ama bu 12 Eylül’ün ayrı bir anlamı daha var; aynı gün, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını değiştirmeyi amaçlayan referandum paketi de, “özgürlük vaadi” ile halkoyuna sunuluyor. Üstelik bu “sunum”, “Altındağlı sarı çocuk”a methiyeler dizilerek yapılıyor. Üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül’de yaşadıklarımızın yaşanabilir bir şey olduğuna inanmakta güçlük çekerim. Geriye dönüp baktığımda, mahalle arkadaşlarımdan

Tarkan'ın Allianoi duyarlılığı ve Eroğlu'nun tahammülsüzlüğü

1937 yılında Almanların saldırısıyla bombalanan Guernica kasabasının içler acısı halinden çok etkilenen Picasso bu olayı anlatan Guernica adlı eserini tamamlamak üzereyken atölyeye giren Alman bir komutan tabloya uzun süre baktıktan sonra Picasso’ya, “bu resmi siz mi yaptınız” diye sormuştu. Bunun üzerine ünlü ressamın cevabı: “Hayır, siz yaptınız.” olmuştu. Picasso’nun adını sanat tarihine altın harflerle yazan şey de bu duyarlılığıydı. Sanatçı, hayatı yorumlar; güzeli bulmayı, duymayı, yaşamayı ve yaşatmayı amaçlar. Yorumlarında sezgisine başvurur. Yaratıcı zekâsı da bu noktada harekete geçer. Toplumsal gelişmeler karşısında hassasiyetini dile getirir, tavır alır, karşı çıkar ya da taraf olur. Tarkan da, sanatçı duyarlılığıyla, çevrenin ve tarihin korunması talebini her vesileyle dile getirerek taraf oluyor. 10 Ağustos’ta, Rize’nin Ovit Yaylası’nda verdiği konserde “HES’lere hayır, dereler özgür aksın” diyen Tarkan, dünyanın bilinen ilk sağlık merkezi olarak bilinen Allianoi’nin sula