Kayıtlar

Ocak, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Alevi Çalıştayları sona ererken!...

Alevi örgütlerinin ana aksının davet edilmediği Alevi Çalıştayları dizisi, üç günlük final Çalıştayı ile sona eriyor. İlk Çalıştay çağrılılarının mutabık kaldıkları talepler manzumesine ilişkin adım atılmamış olması bir yana, son Çalıştay’ın çağrılılarının önemli bölümünün Alevi kökenli olmaması da Çalıştay’ın seyri hakkında bilgi veriyor. O kadar ki, AKP’nin Aleviliği keşfetmesinin kapısını aralayan Reha Çamuroğlu bile, “Alevisiz Alevilik” niteliği taşıdığı için bu Çalıştaya katılmayacağına açıklamış bulunuyor. Öncelikle AKP’nin Alevilik kavramı üzerinden resmi çalışmalar yapması bile başlı başına bir ilerleme olduğunu söylemek lazım. Zira, bırakalım Belediye Başkanı iken Cemevi’nin kapısına yıkım dozerlerini gönderdiği günleri, Başbakanlığının ilk etabında, Alevi talepleri dile getirildiğinde, “ama Alevilik bir din değil ki” şeklinde itiraz eden Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Alevi taleplerini konu edinen Çalıştaylar yapılması küçümsenemez. Üstelik bu partide, Alevilik ile Satanis

Ağca Ergenekoncu mu?

Malatyalı sıradan bir ailenin Abdi İpekçi’yi katleden çocukları Mehmet Ali Ağca, tahliye olur olmaz, Sheraton Oteli’ne yerleşince kendisine vehmedilen anlamı daha da katmerleştiriyor. Bu anlam, “Mesih” olmasından çok Türkiye’nin son otuz yılına atılan düğümlerde yatıyor. Cezaevinde üç gün geçirenlerin hayatı kayıyor; ama Ağca, otuz yıl yattıktan sonra çıkar çıkmaz, baba ocağı yerine, Sheraton’a yerleşebiliyor. Sizce de bir tuhaflık yok mu? Son otuz yılda yaşananlar, Ağca’nın, yalnızca, İpekçi’nin katili olmadığını; ülkenin korku tüneline sokulmasının simgesi haline geldiğini gösteriyor. Bir başka tuhaflık da burada baş gösteriyor; Türkiye katiliyle övünen bir refleks sergiliyor. Üstelik bu görüntü, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye lanse edilen “Ergenekon” soruşturmasının yürütüldüğü bir süreçte gerçekleşiyor. Yakınlarını karanlık güçlerin hain saldırıları sonucunu yitirenlerin, “tetikçilerin yüceltilmesi”ne isyan ettirecek kadar vahim bir sürecin adımlandığı görülüyor. İpekçi’

Nazım Hikmet Müzesi niye yok?(*)

15 Ocak’ta, “kırk günlük yolda yaprak kımıldasa/sen ürpermelisin içerde” diyen büyük şair Nazım Hikmet’in, 108. doğum yılını kutluyoruz. Çok sevdiği Türkiye’sinden uzakta hayata gözlerini yummadan önce bir yandan, “Dünkü hava akınında ölenlerin/yüz kadarı beş yaşından aşağı,/yirmi dördü emzikte...” örneğinde olduğu gibi dünyanın en ucundaki insanlık ayıplarına karşı dizelerini konuşturdu; bir yandan, “Memleketim, memleketim, memleketim,/ne kasketim kaldı senin ora işi/ne yollarını taşımış ayakkabım,” dizeleriyle de ülkesi için yanıp tutuştu. Sonra köprülerin altında çok sular aktı. Nazım, Türkiye oldu; Türkiye, Nazımsız yapamadı. O’na “vatan haini” diyenlerle övünenler, sonra dönüp Nazım’a sarıldı. Anlaşılmıştı ki, “yel kayadan bir şey götürmez”miş! Şimdi sağcısı, solcusu, sözü eline aldı mı; Nazım’dan söz ediyor. Nihayetinde öyle bir an geldi ki, her türlü hukuksuzluğa başvurularak alınan vatandaşlıktan çıkartılma kararı, geri alındı ve yıllardır “vatan” denince akla ilk gelen N

Selendi’den ayrılmaya zorlanmak!

Nihayet olan oldu; Türkiye’nin en şen şakrak topluluğu Romanlar da saldırıya uğradı. Önce evleri, dükkânları, araçları ateşe verildi; ardından da, doğup büyüdükleri, aşık olup, çocuklarını büyüttükleri Selendi’den, “can güvenliğiniz için garanti veremiyoruz” diyen Emniyet güçlerinin de “yardımı” ile “zorunlu ikamet” için Gördes’e gönderildiler. Vali Bey’in, “istiyorsanız Selendi’ye gelin ama Salihli daha iyidir” açıklamasını, göç etmelerine vesile olduğu ifade edilen Belediye Başkanının Gördes’e yaptığı çıkartması takip etti. Ama olan olmuştu! Tıpkı, yörenin türküsünde söylendiği gibi; “Selendi’nin samanı/şimdi geldi ayrılığın zamanı”. Bu ülkede “az olanlara” yönelik yapılanlara dair çok şey söylenebilir. 6-7 Eylül ne ise, Maraş-Madımak ne ise, Ahmet Türk’e ev kiralamaktan vazgeçmek ne ise Selendi’de olup bitenler de aynı şey. Böyle diye her şeyi kanıksayacak mıyız? Bu tahammülsüzlüğün kaynağına inmek, kültürel kodlarını çözmek için üzerimize düşeni yapmak yerine nutuk mu atacağız? Mil