Kayıtlar

Aralık, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Müttefik Seçme Özgürlüğü

Resim
Her politik hareketin bir hedefi ve bu hedefine varmak için belirlediği bir stratejisi olduğu tartışma götürmez. Hedeflerine varmak için farklı politik hareketlerle “ stratejik ortaklık ” içine girmeleri de… Türkiye, 15 Temmuz “ Darbe Teşebbüsü ” ile başlayıp halen devam eden bir “ ara rejimi ” yaşamaktadır ve bu “ ara rejim ”, nedeniyle ülke “ Sırat Köprüsü ” hassasiyetine sahip bir dönemden geçmektedir. Böyle dönemlerde farklı politik hareketlerin iki temel noktada ayrıştığı görülmektedir. Bu temel ayrışmayı, parlamenter demokrasiyi olmazsa olmaz görenler ve parlamenter demokrasiyi amaca varmak için bir “ ara istasyon ” olarak değerlendirenler olarak tasnif edebiliriz. 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL’in giderek kalıcılaşması ve parlamentonun işlevsizleştirilerek ülkenin çıkartılan KHK’ler ile yönetilmesi, politik hareketlerin iki farklı temel ayrışma noktasında kümelenmesine de nede olmuştur. ASLOLAN KİŞİLER DEĞİL MEVZUATTIR! Bu kümelenme, son çıkartılan 696 Sayılı

Maraş'ı Unutmak İnsanlığımızı Unutmaktır!

Resim
Maraş katliamı, 39. yılını geride bıraktı. Resmi rakamlara göre o katliamda 111 kişi katledildi. “ Cami bombalandı ” yalanı üzerine halkı kışkırtmışlar; Yörük Selim gibi mahalleleri yerle bir etmişlerdi. Katliam sonrası Ecevit’e ulaştırılan 1 Ocak 1979 tarihli belgeye bakıldığında, katliamı yapanlar, karanlık ama örgütlü güçlerdi. MARAŞ BİR MİLATTIR! Önce evlerin kapılarına çarpı işareti konulmuştu Maraş’ta. “ Neler oluyor ?” diye sorulacak olmuş; işaretler, “ belediye görevi ” olarak açıklanmıştı. Meğer evleri yakıp yıkmak; sakinlerini katletmek için işaretlemişler.  Devlet, o katliama müdahale etmemiş, seyretmişti; çünkü Maraş katliamı, bir milattı. Katliamdan sonra Sıkıyönetim ilan edilmiş ve önce 12 Eylül’e giden, sonra da bugüne gelen yollar Maraş Katliamı ile açılmıştı. Bu kadar da değil; benzer katliamlar için cesaret verilmiş; Maraş’tan sonra gerçekleştirilen bütün katliamlar, nedense hep karanlıkta bırakılmıştı. Anlaşılan o ki ABD Büyükelçiliğinin iki

Huri Var, Zebani Yok!

Resim
CENNET VAR AMA CEHENNEM YOK! Muş! En azından bazı Türklere göre öyle! Araştırma 2012’de yapılmış. PEW’in yaptığı Dünya Müslümanları Araştırma Raporu’nda ilginç sonuçlar var. Örneğin Türklerin yüzde 96'sı meleklere, yüzde 92’si kadere ve alın yazısına inanıyormuş. Eyvallah! Her 100 Türk'ten 92'si cennete inanıyormuş. Buna da eyvallah! Gelin görün ki cehenneme inananların oranı yüzde 87 imiş. Yani yüzde 5’lik bir kesim, “cennet var ama cehennem yok” diyormuş. “Huri var ama Zebani yok” diye de okunabilir. “Her şey zıddıyla kaim”ken aradaki farkın nasıl oluştuğunu merak ediyorsanız, memleketin yerinden çıkmış çivisine bakabilirsiniz. O kadar haksızlığı-hukuksuzluğu kim yapıyor? O kadar yolsuzluğa kim göz yumuyor, kim alıyor bu rüşvetleri? Kim eziyor kimsesizleri, kim çıkıp gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor? Kim katlediyor kardeşlerimizi? Kim çalıyor ödediğimiz vergileri? Diye soruyorsanı

2019: Kendinizi yönetirseniz, kentinizi de yönetirsiniz!

Resim
Rivayet edilir ki bir ülkenin hükümdarının atı kaybolmuş. Ülkesinin falcılarını, alimlerini toplayan Hükümdar, onlardan atının nereye gittiğini bulmalarını istemiş. Atı bulmak için herkes seferber olmuş ama bulamamışlar. Bunun üzerine hükümdar, atını bulana ödül vereceğini açıklamış. Ödülü duyan herkes atı aramak için yollara düşmüşse de sonuç hüsranmış. Günler geçtikçe hükümdarın umutları da azalmış. EMPATİ YAPABİLMEK! Tam umutları tükenmek üzereyken hükümdara, bir çobanın kendisiyle görüşmek istediği iletilmiş. Hükümdar umutsuzmuş ama gene de çobanı kabul etmiş.  Çoban, kaybolan atı bulabileceğini söylemiş. Hükümdar pek inanmamış ama yapacağı de bir şey yoktur. “ Peki öyleyse ara bakalım ” diye çobana izin vermiş. Çok geçmeden de çoban atı bulup getirmiş. Hükümdar, bilginlerin, alimlerin, keskin nişancıların, dağları mekan tutmuş avcıların bulamadığı atı, bir çobanın nasıl bulduğuna anlam verememiş. Merakını gidermek için çobana sormuş: “Bu atı bulmak

Kadın Hakları: Mücadele Kazandırır(*)

Resim
Uygur Hakanının annesi Uluğ Hatun, anlaşmazlıkları çözen, bir çeşit yargıçmış! Tarih, o sıralar, 7. Yüzyıl… İbn-i Batuta, ki Anadolu’ya yaptığı seyahat ile ünlüdür, İznik’te, huzuruna çıktığı Nilüfer Hatun’u kastederek, “ Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün”  diye yazdığında, tarih, 1333’müş! O zamana kadar kadınlar pazara da gider, sandala da binerlermiş. KADINLAR İÇİN KARANLIK DÖNEM! Ta ki 3. Mehmed’e kadar! Hani şu tahta çıktığı gün, 19 kardeşini aynı anda öldürten Padişah… İşte O, dönemin Şeyhulislamının verdiği fetva ile kadınların kaymakçı dükkanlarına girmelerini yasaklamış. Tarih, 1603’müş! Yerine gelen I. Ahmed, muhtemelen O’ndan geri kalmak istememiş; O da, kadınların erkekler ile aynı sandala binmelerini yasaklamış. Tarih 1610’muş! Abdulhamid’lerden birincisi, 1787’de, kadınların mesire yerlerine gitmelerini; Mahmud’lardan ikincisi ise 1828’de, ince kumaştan ferace giymelerini yasaklamış. Derken, önce kadınların sokağa çıkmaları haftada dör

Fesli Kadir'in Kök(süzlüğ)ü!(**)

Resim
Fesli Kadir'i bilirsiniz; hani şu yatıp kalkıp, " keşke Yunan kazansaydı " diyen zatı! Alameti farikası başındaki " fes "tir.  Başına " fes "i takınca " akan sular "ın duracağını zannediyor Kadir Mısırlıoğlu! Peki " fes "in herhangi bir kutsallığı var mı? Bugün Kılık Kıyafete Dair Yasal Düzenlemenin 83. Yıldönümü. 3 Aralık 1934’de çıkartılan bir Yasa ile Bazı Giysilerin Giyilemeyeceği düzenlenmişti; bunların arasında " fes" de var! Bu ve benzer yasaları kastederek, “ her şeyimiz   bir gecede değişti ” diyor bazı aklı evveller. Oysa azıcık tarih bilgisi olan herkes biliyor ki Kılık Kıyafet Tartışmasının kökeni, 2. Mahmud’a kadar gider. Biliyorsunuz; 2. Mahmud, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış; yerine Avrupai tarzda kurulan  “Asakir-i Mansure-i Muhammediye”  isimli orduyu kurmuştu. GAVUR PADİŞAH? İşte bu ordunun kıyafeti olarak da Batı tarzında ceket, pantolon, fes ve potin olarak belirlenmişti. B