Müttefik Seçme Özgürlüğü
Her politik hareketin bir hedefi ve bu hedefine varmak için
belirlediği bir stratejisi olduğu tartışma götürmez.
Hedeflerine varmak için farklı politik hareketlerle “stratejik ortaklık” içine girmeleri de…
Türkiye, 15 Temmuz “Darbe
Teşebbüsü” ile başlayıp halen devam eden bir “ara rejimi” yaşamaktadır ve bu “ara rejim”, nedeniyle ülke “Sırat
Köprüsü” hassasiyetine sahip bir dönemden geçmektedir. Böyle dönemlerde
farklı politik hareketlerin iki temel noktada ayrıştığı görülmektedir.
Bu temel ayrışmayı, parlamenter demokrasiyi olmazsa olmaz
görenler ve parlamenter demokrasiyi amaca varmak için bir “ara istasyon” olarak değerlendirenler olarak tasnif edebiliriz.
15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL’in giderek kalıcılaşması
ve parlamentonun işlevsizleştirilerek ülkenin çıkartılan KHK’ler ile
yönetilmesi, politik hareketlerin iki farklı temel ayrışma noktasında
kümelenmesine de nede olmuştur.
ASLOLAN KİŞİLER
DEĞİL MEVZUATTIR!
Bu kümelenme, son çıkartılan 696 Sayılı KHK ile daha da
belirgin bir hal almıştır.
Temel ayrışma noktalarından biri, sivillerin ‘darbe teşebbüsü’ ile ilintili olduğu
iddia edilen fiillerinin suç olmaktan çıkartılmasının; diğeriyse tutuklulara ‘tek tip elbise’ giydirilmesinin
legalize edilmesidir.
Hukukun evrensel ilkelerini devre dışı bırakan 696 Sayılı KHK’nın
121. Maddesi şöyle:
"Resmi bir sıfat
taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine
bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör
eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında
hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır."
Doğal olarak, başta hukukçular olmak üzere toplumun her kesiminden
çok büyük tepkiler gören KHK’ler ile amaçlanan şeye geçmeden önce AKP’nin
gerekçelerine bakalım.
Hükümet yetkilileri, KHK, “resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın” ile
kastettikleri şeyin 15 ve 16 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen eylemler olduğunu açıkladılar.
Hiç kuşkusuz, “demokratik
hukuk devleti”nde kişilerin verdiği güvenceler değil, “mevzuatın lafzı” geçerlidir; dolayısıyla Hükümet yetkililerinin
açıklamaları “zevahiri kurtarmaya yönelik”tir
ve asla kabul edilemez.
SUİMİSAL,
MİSAL DEĞİLDİR!
Hükümet yetkilileri “zevahiri
kurtarmak” için çabalarken, “Hükümetin
sesi” konumundakiler, bir adım daha ileri giderek, tarihi bir gerekçe
arayışına girmiş durumdalar.
Bunlardan biri de Abdulkadir Selvi’dir.
Şöyle sormuş Selvi; “CHP,
70-80 yıl önce kendi yaptığı düzenlemeye neden karşı çıkıyor?”
Kastettiği 86 yıl önce, yani 20 Temmuz 1931’de çıkartılan ve
travmatik sonuçlara neden olduğu için açtığı derin yara hala kanayan 1850
sayılı kanun şöyle:
“Madde 1: Erciş, Zilan,
Ağrı dağ havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip Birinci Umumi
Müfettişlik mıntıkası ve Erzincan Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve
te’dip hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930’dan 1 Kanun-ı Evvel 1930
tarihine kadar askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlar ile birlikte
hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla
alakadar vak’aların tenkili emrinde gerek müstakilen ve gerekse müştereken
işlenmiş ef’al ve hareket suç sayılamaz.”
“Suimisal, misal değildir”
ama 1931’deki kanunu ne de 2017’deki KHK’yi çıkartanlar, tarihte yalnız
değiller; Nazilerin de benzer bir kararnamesi olduğunu hatırlatalım.
Onların gerekçeleri de benzer: “Vatan hainliğindeki
saldırıları önlemek için 30 Haziran, 1 Temmuz ve 2 Eylül 1934’te alınan
tedbirler, hukuk devletinin kendini savunması olacaktır.”
Tarih, ister 1931 ister 1934 ve isterse de 2017 olsun, her
hükümet, “düşman” gördüğünü
susturmak için paramiliter güçlerden yararlanmak istemiş ve onların
yaptıklarına göz yummak zorunda kalmıştır. Bu “göz yumuş” açıkça demokrasinin rafa kaldırılması demektir. Çünkü demokrasilerde
suç ve suçlu, olaylardan bağımsız olarak yasalar tarafından belirlenir.
KİM YAPARSA
YAPSIN, ZULÜM, ZULÜMDÜR!
Hiçbir iktidar, yaşadığı yönetme zafiyetini aşmak için
yasalarda olmayan bir tanım yapıp, ayrıcalıklı bir zümre yaratamaz.
CHP’nin “tek parti
iktidarı” da Hitler’in Nazi Almanya’sı da, AKP’nin KHK’leri de yapsa zulüm
her devirde zulümdür.
Hukukçuların ifadesiyle söylemek gerekirse; “696 Sayılı KHK ile seçmen iradesi sonucu
oluşan parlamento yok sayılmış ve güç kullanma yetkisi sivillere devredilmiştir.”
Parlamentonun dahli olmadan tam “135 kanun maddesi kalıcı olarak değiştirilmişse” halk iradesi hiçe
sayılmış demektir.
Üstelik “bu
değişikliklerin hiçbiri OHAL ile ilgili değilse” başka bir düzenin hazırlığı
yapılıyor demektir.
“Darbe teşebbüsü”
sırasında insanların sokağa çıkması, “darbecilere”
karşı koyması, demokratik direniş hakkını kullanması doğaldır; ancak “sureti haktan” görünüp önüne geleni
infaz etmesinin suç kapsamından çıkartılması kabul edilemez.
Basına da yansıdı; “darbe
teşebbüsü”nün başlangıcında değil ama ilerleyen saatlerde bazılarının “durumdan vazife” çıkartıp, başta erler
olmak üzere “tatbikat var” denilerek
emir icabı sokağa çıkartılan çocuklara saldırdığı yahut garez güttüğü kişileri
“darbeci” diyerek şikayet ettiği bilinmektedir.
Buna rağmen “…bunların
devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması” gibi bir ibarenin KHK ile
legalize edilmesi ne anlama gelmektedir?
TEK TİPİN
AMACI TOPLUMU TESLİM ALMAKTIR!
KHK’nin getirdiği düzenlemelerden biri de MHP Milletvekili
Atilla Kaya’yı bile isyan ettiren “tek
tip elbise” uygulamasıdır. Kendisi de 12 Eylül’de “tek tip elbise” giymek zorunda kalan Kaya’nın ifadesiyle söylemek
gerekirse “tek tip elbise”nin asıl
hedefi, “toplumu teslim almak”tır.
Kaya’nın açıklamasına en sert tepkinin MHP’den gelmiş olması
şaşırtıcı değildir.
12 Eylül’de, devrimcilerin “insanı kişiliksizleştirmeyi amaçladığı, kendisine ve toplumuna
yabancılaştırdığı ve evrensel insan hak ve hukukuna aykırı olduğu”
gerekçesiyle giymeyi reddettiği “tek tip
elbise”yi, “devletimize yardımcı
oluyoruz” illüzyonuna kapılarak giyen MHP ve ülkücülerde yarattığı
travmanın etkileri belleklerdeki tazeliğini korumaktadır.
Anlaşılan o ki AKP, 2019’u hiçbir biçimde şansa bırakmaktan
yana değildir. MHP’nin, AKP’nin kurmak istediği rejimi canhıraş savunmasına
bakılırsa tıpkı 12 Eylül Mahkemelerinde dile getirdikleri gibi, “fikri iktidarda kendisi hapiste” bir
parti olması hiç o kadar da uzak değildir.
AKP, çıkarttığı KHK’lerle herhangi bir muhalif odağın cazibe
merkezi olma ihtimali bile ortadan kaldırmanın; bütün “çıkış yolları”nı kapatmanın alt yapısını hazırlamakta, bu maksatla
MHP’yi de “yedeği”ne aldığı açıkça görülmektedir.
Geriye parlamenter demokrasiden yana olduğunu açıkça
belirten CHP, İP, HDP ve parlamento
dışı muhalefet kalmaktadır.
Geriye kalanların “armudun
sapı, üzümün çöpü” diyerek “müttefik
seçme” lüksü yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder