Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

12 Eylül'ü tartışmak

AKP Hükümet olduğundan beri “şuyuu vukuundan beter” gelişmeler yaşanıyor. İlk bakışta AKP’ye muhalif güçler tarafından gerçekleştirildiği zannedilen her “iş”, sonuçta AKP’ye yarıyor. Tam da 2007 seçimlerine doğru ve gözle görülür bir biçimde AKP inişe geçmişken, Başsavcılığın AKP’nin kapatılmasına ilişkin iddianamesi, “can simidi” gibi yetişmişti. Tıpkı 1960’a doğru Hükümetten düşmesine kesin gözüyle bakılan DP’nin “darbe yoluyla” uzaklaştırılması sonucunda “demokrasi kahramanı” ilan edilmesi gibi Başsavcılığın iddianamesi de AKP’nin yaptıklarının unutulmasına yol açmıştı. Sonrasında, tuhaf bir Cumhurbaşkanlığı krizi ve onun üstüne gelen 27 Nisan e-muhtırası, AKP’nin 2002-2007 arası dönemini her açıdan tartışmanın önünü kapattı ve bütün dikkatler, Türkiye demokrasisinin olgunluğuna yöneltildi. O zamanlar da yazmıştım; Cumhurbaşkanlığına ilişkin kriz, bizzat AKP kurmayları tarafından çıkartılmış; e muhtıra da, muhtırayı verenlerin AKP’ye yaptıkları bir çeşit “kıyak” olarak tarihe g

Mahir Çayan bir darbeci miydi?

SHP’nin yeni Genel Başkanının, Neşe Düzel ile yaptığı mülakatta, Mahir Çayan’ın ‘derin devlet’ ile ilişkisi olduğunu iddia etmesi solda büyük tartışmalara neden oldu. İddiasını, Çayan’ın, Yusuf Küpeli ile konuşurken söylediği, “biz iktidar alternatifi bir hareketiz, MİT’in bizimle ilgilenmesi doğal buluyorum” sözlerine dayandıran Hüseyin Ergün’ün, 12 Mart darbesine ilişkin TİP dışındaki solun bir beklenti içinde olduğunu söylemesi, bir süredir küllenen “sol ile Kemalizm arasında adı konulmamış bir ittifak bulunuyor mu” tartışmasını yeniden alevlendirdi. Doğrusu, Taraf, benzer tartışmayı, bir yazarı aracılığıyla geçen yıl, 68 kuşağı üzerinden yapmıştı. Denizlerin ve Mahirlerin, “sağa sola çekirdek atar gibi bomba attıkları” iddiasında bulunan bahse konu yazar, söz konusu tartışmayla sola bakışını da göstermişti. Bu tartışma üzerine daha önce de yazmıştım; “yolunu el yordamıyla arayan bir hareketin bu tarz yanlışlara düşmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan, kendi yolunu ara

Benim Babam bir kahraman!

Resim
Bugün Babalar Günü! Kime sorsanız, size bir baba öyküsü anlatır; kimi acıklı, çoğu yürek burkan.... Bizim kuşağın babasıyla ilişkileri hep gergin ve sorunlu olmuştu. En iyi ilişkinin sıradan bir baba çocuk diyalogunun ötesine geçmediği ’80 öncesi dönemin ardından gelen 12 Eylül, her şey gibi, baba- çocuk ilişkilerini içinden çıkılmaz hale getirmişti. O tarihlerde herhangi bir gece yarısı, evladını darbecilere kaptırmış herhangi bir babanın kapı zilinin çalması rutindendi. Elbette o tarihlerde, gecenin o saatinde, hiçbir baba, “hayırlı haber” bekleyecek kadar da saf değildi. Hayat öğreticiydi; “hayta” çocuklarına kapılarını kapatan nice baba, o tarihlerde, en çok, “şöyle bir bakmak için” uğrayanların hoyratlığına boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Her gün incinen gururlarının içlerinde kabarttığı öfkeyi kusacakları tek noktanın evlatlarıyla kendileri arasında kalan anneler olduğunu bilmenin çaresizliğinden kötü bir şey yoktur herhalde. O zamanlar, gece gelen “davetsiz misafir”e la havle

Başbakanın duyguları mı Türkiye'nin sorunları mı?

Başbakan, sık sık çözümü için çaba sarfettiğini söylediği Kürt sorunun tartışılmaz taraflarından biri haline gelen DTP’ye randevu vermemesini, önce Diyarbakır’da, ardından Hakkari’den gelen şehit haberlerine bağlamıştı. Aynı konuşmada, bir adım daha atıp, Büyükanıt ile yaptığı görüşmeleri, sır olarak tutacağını eklemeyi de ihmal etmemişti. Erdoğan, konu toplumsal meseleler olunca, “nabza göre şerbet vermek” veriyor. Erdoğan’ın her açıklaması, bir öncekiyle çelişse de, O, ortalama yurttaşa, “sizden biriyim, sizin gibi düşünüyorum” mesajını veriyor. Bir politikacının başarısı, öyle olup olmadığı bir yana, yarattığı imajın, çoğunluk tarafından onay görmesiyle ilintili olduğuna göre Erdoğan da amacına ulaşmış bulunuyor. Erdoğan’ın açıklamalarında da nabzı elinde tutma isteğinin örnekleri görülüyor. Büyük bir kıvraklıkla sorunları çözme iradesini gösterecek makamda olduğunu unutturup, tarihsel ve toplumsal olandan özenle kopartılmış kişisel duygularını kamuoyuyla paylaşmayı seçiyo

Zahid Akman istifa eder mi

Türkiye, bir süredir, Bülent Arınç’ın da taraf olduğu Zahid Akman’ın istifa edip etmemesini tartışıyor. 2002-2007 yılları arasında, Almanya’da, toplanan 41.4 milyon Avro’nun 18 milyonunu hesaplarına geçirip Türkiye’ye aktaran 18 kişiden biri olmakla suçlanan Akman ise RTÜK başkanlığını sürdürmekte ısrar ediyor. Topu Başbakan’a atıyor; eski Milli Eğitim Bakanı’nın tercümanlığıyla da, “istifanın suçu kabul” anlamına geldiğini açıklıyor. Cezayla sonuçlanan Almanya’daki Deniz Feneri davasının devamı olarak, Akman’ın mal varlığına da tedbir konulması, sürecin daha da çetrefilleşeceğini gösteriyor. Arınç’ın “utanarak” izlediği süreç, biraz da, Akman’da temsil edilen güçle ilintili olabileceğine işaret ediyor. Eski Milli Eğitim Bakanı Çelik de, Akman’ın istifa etmemesi gerektiği konusunda görüş belirttiğine göre, AKP’de, “kol kırılır yen içinde kalır”cılarla “vicdanlara su serpmeli”ciler arasında üstü örtük ama sahici bir mücadele yaşanıyor. Şimdi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı o

AKP yeniden "açılacaksa"!(*)

Resim
AKP’nin Aleviler için yeniden bir “açılım” ihtiyacı duyduğu ve önümüzdeki günlerde düzenleyeceği “çalıştay” ile “açılım”ı sürdürmekte kararlı olduğu anlaşılıyor. Sonuçta söylenebileceği baştan söylemeliyim ki, hangi saikle hareket edilir olursa olsun, tartışmak iyidir. Zira, tartışılan konu, “şişede durduğu gibi durmaz”! Öncelikle bir konuya açıklık getirelim. Bu ülkenin anlamlı çoğunluğunun hesap defterine kaydedilen Alevilerin hak ve taleplerini tartışmakla Aleviliği tartışmak aynı şeyler değildir. İsteyen Aleviliğin nasıl bir tarihsel süreç izlediğini tartışabilir; bu tıpkı, İslamiyet’in, Hristiyanlığın, Museviliğin tarihsel süreçlerini tartışmak gibidir. Ancak semavi dinlerin tarihsel süreçlerini tartışmak, bahse konu bu üç semavi dinin bir realite olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa, Aleviliğin hangi tarihsel kökten geldiğini, orijinin nerede olduğunu tartışmak da, Alevilerin bugünkü hak ve taleplerinin tartışılmasını gerektirmez. AKP’nin birinci “açılım” girişimi sırasın

Alevi Çalıştayı neyi amaçlıyor?

AKP, bir süredir, Kürt sorununu ve Alevi taleplerini çözmek için irade beyanında bulunuyor. Her iki sorunda da önceki denemeler başarısız olmuştu. Şimdi Kürt sorununda inisiyatifi Cumhurbaşkanı kullanmaya çalışırken, Hükümet ise basit sorunların resmi konsept eliyle karmaşıklaştırılarak çözümsüzleştirilmek istendiği Aleviliğe ilişkin sorunları tartışmak üzere, ilki bugün olmak üzere, birbirini takip edecek altı Çalıştay düzenliyor. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin temel sorunlarını tartışmaya açmak büyük bir cesaret ister. Süreç, sorunun sahiplerinin istediği gibi başlamasa da, konunun tartışılıyor olması, Aleviliğe dair varolan ön yargıların kırılmasına yol açacak olması nedeniyle önemsenmelidir. Sünni İslam geleneğinin yoğun olduğu Türkiye’de, Osmanlı’dan bu yana Alevilere dair çokca önyargı oluşturulduğu da dikkate alınırsa, Çalıştay sonucunda ne üretilirse üretilsin, konunun gündeme alınmış olması bile olumludur. Şimdi işin özüne geçebiliriz. Aleviler, ina