Benim Babam bir kahraman!


Bugün Babalar Günü!
Kime sorsanız, size bir baba öyküsü anlatır; kimi acıklı, çoğu yürek burkan.... Bizim kuşağın babasıyla ilişkileri hep gergin ve sorunlu olmuştu. En iyi ilişkinin sıradan bir baba çocuk diyalogunun ötesine geçmediği ’80 öncesi dönemin ardından gelen 12 Eylül, her şey gibi, baba- çocuk ilişkilerini içinden çıkılmaz hale getirmişti.
O tarihlerde herhangi bir gece yarısı, evladını darbecilere kaptırmış herhangi bir babanın kapı zilinin çalması rutindendi. Elbette o tarihlerde, gecenin o saatinde, hiçbir baba, “hayırlı haber” bekleyecek kadar da saf değildi.
Hayat öğreticiydi; “hayta” çocuklarına kapılarını kapatan nice baba, o tarihlerde, en çok, “şöyle bir bakmak için” uğrayanların hoyratlığına boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Her gün incinen gururlarının içlerinde kabarttığı öfkeyi kusacakları tek noktanın evlatlarıyla kendileri arasında kalan anneler olduğunu bilmenin çaresizliğinden kötü bir şey yoktur herhalde. O zamanlar, gece gelen “davetsiz misafir”e la havle çekmek yetmez; sabah komşuların soru dolu bakışlarına da katlanmak gerekirdi. Yaşanan çaresizliği, ancak, “mutsuzluğun resmini çizebilen”ler resmedebilirdi.
Öfkelerini içine akıtan babaların genellikle önce kadere, sonra da kendilerine bu kaderi yaşatan çocuklarına küstükleri ve “yeryüzü cehennemi” olarak bilinen mapusaneye niçin atıldıkları yıllar sonra bile anlaşılmayan çocuklarını ziyaret etmeyi reddettikleri bilinirdi. Belki de bu nedenledir; görüş gününün akşamı hiçbir ağzı bıçak açmazdı, hep “sonbahar”ın yaşandığı Mamak'ta!...
Elbette, bu çemberin dışında kalan babalar da vardı. O babalar, kelimenin tam anlamıyla o süreci çocuklarıyla yaşadı, zahmeti bölüşmek istemişler; asla yorulmamış, asla geri adım atmamışlardı. Ülkenin en karanlık günlerinde çocuklarına ışık olmayı seçmişlerdi.
Övünmek gibi olmasın; bunlardan biri de benim babamdı! Zulmün gelenek olduğu topraklarda yetişmiş biri olarak, O’nun kültüründe, insanın başına her şey gelebilirdi; ama koşullar ne olursa olsun insanlıktan vazgeçmek yoktu.Tıpkı Can Yücel’in, “Kan yasası bu insanın, Üzümden şarap yapacaksın, Çakmak taşından ateş” dizelerinde dile getirdiği gibi.
Sekiz çocuk babasıydı. 12 Eylül ile birlikte, diğer çocuklarının babalığından izne ayrıldı!Asla sitem etmedi; asla soru sormadı. Ankara’dan Van’a, Çorum’dan Erzincan’a kadar nereye gönderildiysem, benden önce oradaydı.
Yalnızca yanımda olmakla kalmamış; görüşlerimi önemsediğini de göstermek istemişti. 12 Eylül’ün en karanlık günlerinden, 6 Kasım 1982’de, oylanacak ’82 Anayasasına vereceği oyun rengi konusunda fikrimi sormak için ziyaretime gelmişti. Verdiğim yanıtı merak etmediğini; soruyu, kendimi iyi hissetmemi sağlamak için sorduğu her halinden belliydi.
Babalığın toplumsal rolü üzerine ciltler dolusu yazılabilir. Bir insanın, hele hele bir erkeğin, toplumun kendisine bahşettiği rollerden sıyrılmasına neden olan bütün bunları hangi saikle yaptığı merak edilebilir. Otoritenin temsilcisi olarak bilinen birinin her türlü otoriteyi hiçe sayarak, çocuğuyla bu tarz bir ilişki kurması abartılı da gelebilir. Ama bir Afrika atasözü, “Aslanlar kendi tarihlerini yazana dek avcılık öyküleri hep avcıları öne çıkartacaktır” der.
Aslan babam!
Baba adamsın, vesselam!

Yorumlar

  1. ALi Kaan'IN SEVGiLi BABASI'NA VE O'NUN YiGiT BABASINA SELAM OLSUN...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL