Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

27 Mayıs'tan 49 yıl sonra(*)

49 yıl önce 27 Mayıs günü, Türkiye, Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesiyle karşılaşmıştı. Ülkenin kargaşa ortamından geçtiği koşullarda gerçekleşen 27 Mayıs, milliyetçi-muhafazakarların öfkesini toplamış; darbe değilse de, sonrasında oluşturulan görece özgürlükçü Anayasa, solcuların sempatisini kazanmıştı. Öyle ki, DP’nin mirasına konan Demirel’e, “bu Anayasa bize bol” dedirtecek kadar sağın tepkisini çekmişti. “İyi darbe”, “kötü darbe ” tartışması da kaynağını 27 Mayıs’dan almıştı. Zira 27 Mayıs’a şiddetle karşı çıkan sağ-muhafazakar güçlerin hem 12 Mart’ı hem de 12 Eylül’ü var güçleriyle desteklediklerini biliyoruz. 27 Mayıs öncesi Türkiyesi’nin tartışmalarıyla günümüzde sürdürülen demokrasi tartışmaları arasında büyük benzerlik olması, 27 Mayıs’ı enine boyuna incelememizi gerekli kılıyor. Hükümette olan DP’nin on yıl boyunca sergilediği demokrasi anlayışı, çoğunluğun mutlak iktidarı demekti. DP, 1950’de, %52 oy almış; 1954’de oylarını % 57.6’ya çıkartmıştı. Bu oy oranıyla ne

Cumhurbaşkanı ben olsaydım!..

Kayıp trilyon davası, Cumhurbaşkanı Gül’ün peşini bırakmıyor. Daha önce de gündeme getirilen konu, şimdi de, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla yeniden tartışılıyor. Yargılanmasından yarar umanlar olduğu gibi, her ne olursa olsun yargılanmamasını savunanların varlığını biliyoruz. Öte yandan, meselenin hukuki zeminde tartışılması da sürüyor. Çankaya’nın ilk tepkisi, “Cumhurbaşkanı yargılanamaz” şeklinde oldu. Cumhurbaşkanı olmadan önce işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili herhangi bir tanımlama olmaması da, yargılanması gerektiğini savunanların ellerini güçlendiriyor. Yargılanmaya ilişkin kararın Gül’ün Kürt sorunu konusunda verdiği olumlu sinyalle ilişkilendiren de bulunduğu gibi, Cumhurbaşkanının aynı davada yargılanıp mahkum olan Erbakan’ı bağışlaması da bu tartışmanın tuzu biberi gibi görünüyor. Tartışmanın alevlenmesi üzerine Gül, “yargılanmaktan hiçbir endişem yok” açıklamasını yaptı ve ekledi; “kaygım Cumhurbaşkanlığı makamının zedelenmesidir.” Başbakan’ın, Sinc

Güle Güle Türkan Hocam(*)

Türkan Saylan, sonsuzluğa göçtü. Ömrünü hem kendisine musallat olan kanserle hem de başta cüzzam olmak üzere hastalıklarla mücadeleyle geçiren Türkan Hoca, cahilliğe karşı da sessiz kalmamıştı. 19 yıldır kanserdi ama hem kansere karşı mücadelenin örneği oldu hem de başta “Kardelen Projesi” olmak üzere hiçbir sosyal sorumluluktan geri durmadı. İlk mücadelesini cüzzama karşı vermişti. Geleneğin dışladığı cüzzamlıları topluma sevdirmeyi başardı. Yalnız Türkiye’de değil, dünyada cüzzama karşı örgütlü mücadele için Uluslar arası Lepra Birliği’nin kurucu Başkan Yardımcılığını üstlendi. O kadar ki, Gandhi ödülünü aldı; DSÖ’nün cüzzam alanındaki danışmanı oldu. Yalnız kanser ve cüzzamla mücadele etmekle yetinmedi; Dermatopatoloji, zührevi hastalıklar ve Behçet hastalığına karşı da aktif mücadele etti. Hasta yatağında basına yaptığı açıklamada, “benim biraz daha yaşamam gerekiyor; yürüttüğüm mücadele için zamana ihtiyacım var” derken kaygısı kendisiyle ilgili değildi; çağdaş ve sağlık

AKP NE KADAR AÇILABİLECEK?

Resim
Haziran başında Hükümet destekli bir Alevi Çalıştayı hazırlanıyor. Alevi hareketi bu konuyu tartışırken, Cumhurbaşkanı Gül, başta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal olmak üzere, muhalefetle Kürt sorununu konuşmak için görüşüyor. Başbakan ise milliyetçi duygularla ifşa ettiği DTP ile görüşmeme kararını kaldıracağına ilişkin sinyaller veriyor. Artık anlaşılıyor; Türkiye’nin görmezden gelemeyeceği iki temel problemi var. Bunlardan birincisini Alevilik dolayımıyla inanç özgürlüğü, diğerini de Kürt sorunu dolayımıyla demokratik hak ve özgürlükler oluşturuyor. Hem 22 Temmuz hem de 28 Mart sonrasında Hükümet de gündemine aldığına göre, bu iki sorunu atlayarak, Türkiye’nin geleceğini konuşabilmek mümkün görünmüyor. Türkiye’nin resmi konsepti, inanç denince İslam’ın egemen Sünni yorumunu; dil, etnisite vs. denince de herkesi Türk sayıyor. Oysa Anadolu, hem dini inanç hem de etnisite açısından çok renkli bir mozaiği andırıyor. Bu geniş yelpazeye rağmen devletin özgürlükçü laiklikten uzak ve kontrolü

Deniz Gezmiş'i anmak

6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. İdamlarının üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen toplum, bu isimleri unutmadığı gibi efsaneleştirdi de! “Naçiz vücudu” yaşamıyor; ancak, Deniz Gezmiş, bütün fidanlığıyla, döneminin simgesi, bir yurtsever olarak aramızda yaşamını sürdürüyor. Günümüz gençleri, O’na benzemek için özel çaba harcıyor. Giyim modası o kadar sık değişmesine rağmen, “Deniz’in parkası”, ilk sıralardaki gözde yerini hep koruyor. Türkiye ve idam sözleri yan yana getirildiğinde, bir yandan Adnan Menderes, öte yandan Deniz Gezmiş akla geliyor. Biliyorum; bu ülke, Necdet Adalı ve Erdal Eren gibi 18 yaşını doldurmadan yaptıkları iddia edilen eylemlerden dolayı çoğumuzun adlarını dahi hatırlamadığı nice gencecik insanı da idam sephasına çıkardı. Her soruna duyarlı! Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca 712 kişinin idam edildiği bir ülke özelliği taşıyor. İdam sephasına çıkanların neredeyse tamamını hatırlamıyoruz. Bunlar arasında akıllarda Gezmiş ve ar