Cumhurbaşkanı ben olsaydım!..

Kayıp trilyon davası, Cumhurbaşkanı Gül’ün peşini bırakmıyor. Daha önce de gündeme getirilen konu, şimdi de, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla yeniden tartışılıyor.
Yargılanmasından yarar umanlar olduğu gibi, her ne olursa olsun yargılanmamasını savunanların varlığını biliyoruz. Öte yandan, meselenin hukuki zeminde tartışılması da sürüyor. Çankaya’nın ilk tepkisi, “Cumhurbaşkanı yargılanamaz” şeklinde oldu. Cumhurbaşkanı olmadan önce işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili herhangi bir tanımlama olmaması da, yargılanması gerektiğini savunanların ellerini güçlendiriyor.
Yargılanmaya ilişkin kararın Gül’ün Kürt sorunu konusunda verdiği olumlu sinyalle ilişkilendiren de bulunduğu gibi, Cumhurbaşkanının aynı davada yargılanıp mahkum olan Erbakan’ı bağışlaması da bu tartışmanın tuzu biberi gibi görünüyor. Tartışmanın alevlenmesi üzerine Gül, “yargılanmaktan hiçbir endişem yok” açıklamasını yaptı ve ekledi; “kaygım Cumhurbaşkanlığı makamının zedelenmesidir.” Başbakan’ın, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını siyaset zemininde etkisizleştirmeye dönük açıklamaları sorunu çözmekten çok daha da karmaşıklaştırıyor.
Tartışma, biri siyasi diğeri hukuki olmak üzere, iki mecrada yürüyor. Oysa bu tartışma, etik kaygılar üzerinden sürebilmelidir. Tarafların siyaseten üstün hale gelmek ya da hukuk bilgilerini serdetmek için uğraş vermeleri anlaşılabilir; ancak, tartışmanın öznesi olarak Cumhurbaşkanı’nın, geçmişten beri yakasını bırakmayan bu sorunun kesin bir biçimde çözülebilmesi için katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Gül, yargılama kararını bir fırsat olarak değerlendirmelidir. Öncelikle bu durum, Türkiye’de dağdaki çoban da, Cumhurbaşkanı da, haklarındaki en küçük kuşku nedeniyle yargılanabileceğine ilişkin kağıt üzerindeki doğruların fiilen hayata geçme olanağını yaratmıştır. İkinci olarak, Türkiye açısından simgesel öneme sahip Cumhurbaşkanlığı makamında oturan biri için yurttaşlardan herhangi birinin duyabileceği kuşkunun giderilmesi gerektiği için.
Yani Gül’ün, “yargılanmam makamı zedeler” fikriyatını, her türlü kuşkuyu gidermek için “mutlaka hakim karşısına çıkmalıyım” görüşüyle değiştirmelidir. Milletvekili ve bakanken, dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin talepte bulunduğuna göre, Cumhurbaşkanı iken de aynı iradeyi gösterebilir.
Bir ülkenin prestiji Cumhurbaşkanı yargılandığı için zedelenmez; tam tersine, bir ülkenin Cumhurbaşkanı da, tıpkı diğer yurttaşlar gibi, hakkında herhangi bir kuşku duyulduğunda yargıya hesap verebilmesi normal kabul edildiğinde o ülkenin prestiji artabilir. İnsanın geçmişi, birebir kendisidir. Geçmişindeki herhangi bir suçlama nedeniyle kamuoyunun bilgilendirici tutum takınmak varken, bundan kaçınıyor izlenimini vermek, Türkiye demokrasisinin problemli olduğuna da işaret eder.
Doğru ya da yanlış, ortada bir iddia var. Bu iddiada iradesini açıklıktan ve saydamlıktan yana göstermesi gereken şahsiyetin, topu, bulunduğu makamın prestijine atması, pek de doğru gözükmüyor.
Bence Cumhurbaşkanı, kendisine yönelik oluşan bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracak bir ortamın oluşması için aktif tavır alabilmelidir. Cumhurbaşkanı’nın başta Kürt sorunu olmak üzere, bu ülkenin kanayan noktalarına ilişkin açıkladığı tutumun yurttaşlar tarafından tartışılabilir bulunabilmesi için bütün kuşkuların ve kaygıların giderilmesi gerektini düşünüyorum.
Ben olsam öyle yapardım!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL