Ağca Ergenekoncu mu?

Malatyalı sıradan bir ailenin Abdi İpekçi’yi katleden çocukları Mehmet Ali Ağca, tahliye olur olmaz, Sheraton Oteli’ne yerleşince kendisine vehmedilen anlamı daha da katmerleştiriyor. Bu anlam, “Mesih” olmasından çok Türkiye’nin son otuz yılına atılan düğümlerde yatıyor.
Cezaevinde üç gün geçirenlerin hayatı kayıyor; ama Ağca, otuz yıl yattıktan sonra çıkar çıkmaz, baba ocağı yerine, Sheraton’a yerleşebiliyor. Sizce de bir tuhaflık yok mu?
Son otuz yılda yaşananlar, Ağca’nın, yalnızca, İpekçi’nin katili olmadığını; ülkenin korku tüneline sokulmasının simgesi haline geldiğini gösteriyor. Bir başka tuhaflık da burada baş gösteriyor; Türkiye katiliyle övünen bir refleks sergiliyor. Üstelik bu görüntü, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye lanse edilen “Ergenekon” soruşturmasının yürütüldüğü bir süreçte gerçekleşiyor. Yakınlarını karanlık güçlerin hain saldırıları sonucunu yitirenlerin, “tetikçilerin yüceltilmesi”ne isyan ettirecek kadar vahim bir sürecin adımlandığı görülüyor.
İpekçi’yi katlediyor; aylarca elini kolunu sallayıp dolaşabiliyor. Hatta yurtdışına çıkabiliyor. Askeri Cezaevi’nden kaçabiliyor. Papa’ya suikast düzenliyor. Türkiye’nin geleceğini yok etme sürecinde büyük rol oynayan 12 Eylül’ün gerçekleşmesinde büyük rol oynadığı varsayılan CIA’nın İstasyon Şefi Paul Henze, O’nun için “kime çalıştığını asla bilmedi” diyebiliyor. “Ağca’nın Derin ilişkileri” kitabının yazarı Belma Akçura ise doğal olarak, O’nun kime çalıştığını CIA’nin bildiğini düşünüyor.
Ağca’nın filminin çekileceği, kitabının yazılacağı ve hatta Papa’yı ziyaret edebileceği bir “pembe dizi” edasıyla anlatılıyor. Oysa Türkiye’nin “pembe dizi”lere bakıp körleşeceğine, “kör kuyu”lara bakıp aydınlığa kavuşması gerekiyor. Geleceği “hangi Türkler”in kuracağı da, bu tercihin sonunda şekilleneceğe benziyor.
Türkiye’nin “demokratik bir devlet” olmak isteyip istemeyeceği, Ağca’yı var eden karanlık ilişkiler yumağını çözmekle ilişkili gözüküyor. Başlangıçta, Ergenekon soruşturması için, “Türkiye, bağırsaklarını temizliyor” denilmişti. Heyecan yaratan “temizliğin” gelip dayandığı noktanın Mustafa Balbay’ın, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, evinden apar topar alınıp, götürülmesi olduğunu üzüntüyle görüyoruz. Balbay’ın, günlüklerine gösterilen hassasiyet(!), “bağırsak temizliği” için otuz yıl öncesine uzanmayı da gerekli kılıyor.
Ağca’nın otuz yıllık cezaevi hayatı, aynı zamanda, Türkiye’nin son otuz yılının da karanlıkta kaldığı döneme denk geliyor. Hepimizin nasıl bir senaryo uygulandığını; bu senaryoda Ağca’ya biçilen rolü kimin tarif ettiğini bilme hakkı bulunuyor. Türkiye’yi kimlerin bir “dizi seti” haline getirdiğini Ağca üzerinden öğrenme şansımız bulunuyor.
Türkiye’yi, katiller için, “Türkiye seninle gurur duyuyor” noktasına sürükleyen puzzle’ın parçalarını yerli yerine koyabilmek için bu sorgulamaya ihtiyacımız bulunuyor. Ağca’nın rol aldığı kirli senaryolar açığa kavuşmadığı sürece, bu ülkenin “bağırsaklarının” temizlenmesi, Ergenekon adı verilerek, “şehir efsanesi”ne dönüştürülen “derin devlet”in açığa çıkartılması ve dolayısıyla Mustafa Suphi’den Sebahattin Ali’ye, Abdi İpekçi’den Uğur Mumcu’ya onlarca aydınımızın tetikçilerin ötesindeki katillerine ulaşmamız zor görünüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL