Kürt sorunu gösteriyle çözülemez!

Geçtiğimiz hafta, Hükümetin Kürt sorunu konusunda, kendisini de aşan, cesur bir program uyguladığına tanık olduk. Daha birkaç ay öncesine kadar “PKK’ya terörist demeyen DTP” ile görüşmeyeceğini bir Türk filmi tiradında, ısrarla tekrar eden Başbakan Erdoğan, “bir şehit cenazesine katılmaktansa 550 milletvekilini kaybederim” dediği günleri yaşıyoruz. Arkaplanını bilmiyoruz ama kamuoyu önünde edilmiş, kararlılık ifade eden bu sözlerin bir dikte ettireni de olabilir. Ancak dikte ettirenden çok pratikte karşılaştığımız sorunlar önem kazanıyor.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın koordinatörlüğünü yaptığı “demokratik açılım”, yol haritasını Öcalan’ın da çizdiği temsili güçlerin ilk grubunun Türkiye’ye gelişiyle yeni bir evreye girmiş oldu. DTP’nin dağdakilere boyun borcunun ilk taksidi sayılabilecek bir bayram kutlamasına dönüştürdüğü Kandil ve Mahmur grubunun karşılama törenlerinin yarattığı infial, Avrupa’dan gelişlerin ertelenmesine neden oldu. Çözüme ilişkin olumlu hava, birden bire gerildi.
Planın Atlantik ötesi kokuyor
Elbette, çok kısa sürede hazırlanıp, toplumun önüne konulan bu senaryonun, birdenbire tıkanma noktasına gelmiş olmasının bir tahlile ihtiyacı var. Öncelikle bazı noktalara dikkat çekelim. Her şeyden önce Türkiye’nin Kürt sorununu çözme noktasına bu kadar hızlı gelmesi, uluslararası güçlerin konuya ilişkin fazla mesai harcağına işaret ediyor. Asker ya da militan onbinlerce evladını yitirmiş içiçe yaşayan iki halkın gururunu incitmeden sorunu çözme noktasına gelmek için bir detay planın yapıldığı anlaşılıyor. Bakan Atalay’ın, sık sık, “plan dahilinde” sözü de bunu kanıtlıyor. Yani bütün ayrıntıların düşünüldüğü; rollerin paylaşımının yapıldığı; her aşaması bir önceki aşamanın üstüne örülen bir senaryo bulunduğu açıkça görülüyor.
Daha düne kadar DTP’yi diz çökmeye çağıran Hükümetin böyle bir senaryoyu kısa sürede hazırlayamayacağı açık olduğuna göre insanın aklına, planın Atlantki ötesinde hazırlandığı ihtimali geliyor. Taraflar gerekli hassasiyeti gösterebilmiş olsalardı, bu ihtimal önemsiz hale gelebilirdi; ancak olmadı! Habur’dan giriş yapan Kandil ve Mahmur’dan gelenler için onbinlerin katıldığı törenler yapıldı. Doğrusu, onca faili mechule kurban gitmiş; oncası çatışmalarda yaşamını yitirmiş, ölümlerine bile istediği gibi ve kadarıyla ağlayamamış bir halk için Habur’da bir karşılama da, tolere edilebilirdi. Ancak, yılların birikimi, DTP’nin de “boyunu aştı” ve görülebildiği kadarıyla “gizli bir el”in marifetiyle karşılama önce Diyarbakır’a kadar uzadı; sonra da Ankara’ya gidileceği dillendirilmeye başlandı. Demek ki, en mükemmel planlar bile ihlal edilebiliyormuş!
Tam da bu nokta, kanayan yarayı durdurmak için iki tarafın el birliği yapmasından çok bir “taraf”ın savaş kazandığını ilan ettiği anlamına geliyor. Ortada bir zafer görünmüyor ama PKK’nın süreci çok iyi yönettiğine, iyi bir PR yaptığına ilişkin yorumlar da yapılıyor. Uzmanlar, yönünü Kandil’e dönmüş Kürtler açısından bir gurur okşanması yaşandığı fikrinde birleşiyor. Daha dün ABD’de, uyuşturucu ticaretinden elde edildiği iddiasıyla yöneticilerinin hesaplarına el konulduğu dünyaya duyurulan PKK, Habur’daki girişle yerlerde sürünen itibarını en azından ayağa kaldırmış bulunuyor.
Sorunu çözmek mi, itibar kazanmak mı?
Ortada bir satranç oyunu varsa ve bu bir hamleyse PKK’nin iyi bir hamle yaptığı söylenebilir. Ancak süre giden hayat, bir satrançtan çok daha fazlasını içeriyor ve PKK’nin bu çıkışının Batı Yakasında bir gurur incinmesine yol açtığı açıkça görülüyor. Bu gurur incinmesi nedeniyledir ki, çeşitli şehirlerde, bir bahane bulunup, öncelikle DTP’ye, bulunmazsa sıradan Kürtlere saldırılar gerçekleştiriliyor. O kadar ki, “550 milletvekilini feda ederim” diyen Başbakan bile, feda etmek bir yana, Avrupa’daki gelişlerin ertelendiğini duyurmak zorunda kalması da bu gurur incinmesinin boyutlarını gösteriyor.
Tehlike de bu noktada başlıyor. Plan, Atlantik ötesi kokuyor. Bu yorum, gönüllü ya da gönülsüz, Hükümetin bu işe dahil edildiği anlamını taşıyor. Dolayısıyla PKK’nin, sorunun çözümü için üzerine düşeni yapmaktan çok, hem uluslararası arenada hem de Kürtler arasında itibar kazanmayı hedeflediği izlenimi doğuyor, Hele hele Öcalan’ın, uygulanmakta olanın kendi “yol haritası” olduğunu açıklaması, süreci daha da zorlaştırıyor. Kağıt üzerinde bakıldığında, yılların çözümsüzlüğünün çözümü için halk desteği yüzde 40’larda olan bir Hükümet’in, Öcalan’ın “yol haritası”na uyumlu davranması, küçümsenemez. Unutulmamalı ki, Öcalan’ın bu kendisini beğenmişlik hali, bu “ulu Önder” havaları, sorunu çözmek için özverili davranmak yerine, “benim ötem tufan” havası, Kürt gençlerini ilelebet dağlara yönlendirebilir ama sorunu çözmez, kangrenleştirir! Dahası, çözüm için kan ve şiddeti öne çıkartan şovenizmin de elini güçlendirir.
Kürt sorunu, başta dil ve kültür olmak üzere, temel insan hak ve özgürlüklerinin en geniş anlamıyla tanınmasını içeriyor. Dil üzerindeki engellerin kaldırılması, kültürel zenginliğin orasından burasında iğdiş edilmesinin durdurulması için tarafların çözümü kolaylaştırıcı davranışlarda bulunması gerekiyor. Hükümetin, gönüllü olmasa da, Atlantik ötesinde hazırlanan senaryoya uygun davranışlar içindeyken PKK’nin günü kurtarmaya ve tribünlere oynama halinin çözümü zorlaştırdığı görülüyor. Görünen o ki “zafer kazanmış kumandan edası”, Batı Yakasında bir memnuniyetsizlik yarattığı kadar şovenizmin de ekmeğine yağ sürüyor. Bu topraklar, Kürtler, Türkler, biz bunu hak etmiyoruz!
isikyukselk@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL