Aleviler, AKP ve CHP

Öymen’in hatırlatmasıyla gündeme oturan Dersim katliamı üzerinden Alevilerin CHP’ye olan yakınlığına ilişkin tartışmalar sürüyor. Hükümet ve destekçisi medya, olup bitenlere rağmen Alevilerin CHP’yi desteklemelerini bir çeşit “gardiyanına aşık olmak” biçiminde değerlendiriyor. CHP’nin kendi özel tarihi üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine sıkı sıkıya sarılması ve bu sıkılıktan hareketle Dersim’de olup biten vahşeti konuşmaktan kaçınması Alevileri incitse de CHP ile kurulan tarihsel ittifakın sürdüğü görülüyor.
Bu durum anlaşılması zor görünse de denklemin farklı verilerle kurulmasına muhtaç görünüyor. Bir yandan Alevilere dair hiç söz etmeyen CHP, diğer yandan çalıştaylar düzenleyerek Alevilerin sorunlarına çözüm aradığını savunan AKP bulunuyor. Üstelik, Hükümet eksenli “Alevi Çalıştayları”, Alevileri anlamaya yönelik görüşleri toplum nezdinde tartışmaya açmak açısından olumlu bir rol oynuyor. Açılımların peş peşe yapıldığı bir ortamda, tümüyle Alevilerin yaşadığı Dersim’de yapılanları onaylayan Öymen’in çizdiği negatif tabloya rağmen Aleviler, AKP’ye mesafeli duruyorlar; CHP’ye ise sadece kırgınlık mesajı gönderiyorlar!
Güvenmemenin ve kırgın olmanın ikilemi!
Mesafeli olmak, güvenmemek; kırgın olmaksa ummadığımız bir harekete maruz kalmak olarak yorumlanabilir. Hani, “gönül umduğu yerden küser” diye bir söz vardır ya, Öymen’in sözlerinden sonra Aleviler ile CHP arasındaki ilişkiler de bu sözü hatırlatıyor. Aleviler, CHP’den umduğunu bulamamanın kırgınlığını dile getiriyorlar.
Tam bu noktada bir dipnot düşmem gerekiyor. Bazen yaptığım saptamalar, benim görüşüm olarak algılanıyor. Oysa ben nesnel verilerden hareketle bir durum saptaması yapıyorum; katılsak da katılmasak da nesnel duruma işaret ediyorum.
Özel olarak CHP’nin, genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Alevilerin hak ve taleplerine ilişkin bir adım atmamış olmalarına karşılık, Alevilerin CHP’ye yakın durmalarını, “ölümü görüp sıtmaya razı olmak” biçiminde tanımladığım biliniyor. Maraş ve Madımak katliamlarının CHP ve SHP hükümetleri döneminde gerçekleştiği; Dersim’in dağ, taş yakılmasının da CHP’nin devlet gibi olduğu dönemde vukubulduğu dikkate alınırsa Alevilerin CHP’ye yakınlığının zihin bulandırıcı bir hal olduğu düşünülebilir!
Marx’ın da aktardığı bir söz var; görünenle yetinilmiş olsaydı, bilime gerek kalmazdı! Evet, CHP’nin başta Cemevleri olmak üzere Alevilerin taleplerine ilişkin Cumhuriyet tarihinde herhangi bir adım atmadığını biliyoruz. Evet, Cumhuriyet’in getirdiği laiklik anlayışının özgürlükçü bir içeriğe sahip olmadığı gibi, Sünni İslam’ı bir çeşit devlet dini haline dönüştürdüğünü de biliyoruz. Ancak, CHP ile gündeme gelen laikliğin dinin gündelik kamusal hayatın dışında tutma çabasının Aleviler açısından anlamı görmezden gelinemez.
Dinin gündelik alanın dışında tutulması, zaten dinsel ritüelleri yasaklanmış olan Aleviler açısından bir çeşit eşitlik yarattığı görülüyor. Bu, negatif eşitlik, Aleviler açısından doğrudan can güvenliği anlamına da geliyor. Bazılarının bu cümleden hareketle, bugünden geriye bakıldığında, Türk tipi laikliğin yasakçılığını onayladığımız sonucunu çıkarabileceklerini biliyorum ama yukarıda da değindiğim gibi ben bir saptama yapıyorum. Sosyal bilimler, olayları ve olguları, konjonktüründen kopartıp ele almanın imkansızlığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla bugün daha demokratik bir Türkiye’yi tartışabilmek ve yaratabilmek için tarihi tam anlamıyla nesnel ölçütlerle ele almamız gerekiyor.
İbadet yeri cami ise!..
Vereceğim iki örnek, Alevilerin CHP’ye meyletmesini anlamamızı kolaylaştıracak bir nitelik taşıyor. Örneklerden ilki, Fetullah Gülen’in tarihi belirsiz bir konuşmasını içeriyor. Odatv.com un aktardığına göre, Gülen, özellikle Tunceli Alevilerinin dinlerinin olmadığını iddia ederek, “Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş aslen Nusayri olan Tunceli civarındaki Aleviler bu işin arkasında. Bunlar Türkiye’de gaileler açtığı zaman devletinizle, ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız” diyerek, hem düşmanlık yayıyor hem de sorunların çözümünü arayanlara korku salıyor. Nusayri göndermesinin safiyane olmadığını; FP Genel Başkanı Recai Kutan’ın 6 Ekim 1998’de Meclis grubunda yaptığı konuşmadan biliyoruz. Kutan, o konuşmasında, Nusayrileri sapık bir Alevi topluluğu olarak nitelemişti. Gülen de, hemen bütün İslamcıların kültürel arkaplanındaki kodlamaya seslenerek, Alevilere ilişkin olumsuzluğu tahkim ediyor.
Nitekim, Zaman’dan Ali Ünal, “Alevi açılımında hassas noktalar” başlıklı yazısında, Kur’an’a göre mabedin cami olduğunu belirtip, “cemevlerine mabed statüsü isteme, İslâm'ın dışında olmayı istemedir. Cemevlerine ancak tekke-dergâh statüsü verilebilir ki, tekke ve dergâhların resmen tanınması devrim kanunlarına aykırı olup, baştan sona yeni bir anayasanın yapılmasını gerektirmektedir”(Zaman, 16.11.09) şeklinde bir yorum yapıyor. Yani Alevilerin nasıl ibadet edeceğine ilişkin resmi İslamcı söylemi tekrarlıyor. Bu söylem, Alevi köylerine cami yapmayı, Alevi çocuklarına zorla Sünni İslam’ı öğretmeyi de bir marifet belliyor. Bunun Türkçe meali, “ya cami, ya hiç” anlamına geliyor.
Döndük mü yeniden başa? Aleviler, niçin CHP’ye meylediyor diye merak edenlere bu iki örnek yeterince açık bir cevap niteliği taşımıyor mu? Evet, CHP, Alevilerin hak ve taleplerini görmezden gelmiş olabilir ama hiç olmazsa, dinin kamusal alanda görülmesine sıcak bakmadığı için Alevilerin zorla camiye gitmesini fiilen önlemiş oluyor. Denilebilir ki, “ama bu yoklukta eşitlik değil mi?” Evet, öyle! Zaten bu yüzden, Aleviler ile Cumhuriyet ilişkisi, “ölümü görüp sıtmaya razı olma” haline benzetiyoruz.
Anlamamız gerekiyor ki, Aleviler, Sünnileşerek var olmak istemiyorlar; özgürlükçü bir ortam kuracak ve herkese güven verecek bir erk oluşana dek, yoklukta eşitliğin sürmesinde yarar görüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL