Dersim'in hatırlattıkları!

TBMM’de yapılan tarihi oturumda, Kürt sorununa ilişkin tartışmalar yaşanırken, CHP adına konuşan Onur Öymen’in, “tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz var. Kurtuluş Savaşı’nda kimse... biz şu Yunanlarla anlaşalım.’ dedi mi? Şeyh Sait isyanında... Dersim isyanında... Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye bu mücadeleyi durduralım’dedi mi?” sözleri günlerdir tartışılıyor. Dersim katliamı sonrasında mensup olduğum Şadilli aşiretinden bir kısmı Bandırma’ya sürgün edilmiş biri olarak tartışmaları yakından izliyorum. Tepeden tırnağa bir katliam olan Dersim’e ilişkin resmi söylemi tersyüz eden bilgilerin kamuoyu önünde dile getirilmesine bakılırsa, Öymen, “bir musibet bin nasihattan iyidir” atasözünü bir kez daha kanıtlamış bulunuyor.

Dersim’de isyan yok, katliam var
Öncelikle bir yanlışı düzeltmemiz gerekiyor. Öymen konuşurken, birbiriyle ilintisi kurulamayacak birden fazla tarihsel olayı aynı kategoride ele alıyor. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları, bağımsızlık savaşının farklı aşamalarını oluşturuyor ve bu savaşlarda uluslararası savaş kurallarına hassasiyetle uyulduğu biliniyor. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözü de böyle bir ortamın ürünüdür. İşgalci ordularda görev yapanların torunlarının, Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü kutlamalarına katılması da bu hassasiyete uyulduğunu kanıtlıyor. Haklı bir savaş gibi durmasa da, Kıbrıs’ta da, uluslararası savaş kurallarına uygun hareket edildiği varsayılıyor. Öyle ya da böyle Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve Kıbrıs’ta karşılıklı düzenli orduların savaşı var ve kategorik olarak Dersim’de yaşananlara benzemiyor.

Doğrusu Şeyh Sait İsyanının da Dersim katliamıyla benzeştiği söylenemez. Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti için, “buna itaat lazım gelmez, çünkü Allah"ı tanımıyor, milletin de o idareye karşı çıkması lazım” diyen ve buna uygun örgütlenmeye başlayan Şeyh Sait hareketi bir isyandır. Hareketin olgunlaşmadan bastırılmış olması bu gerçeği değiştiremez. Oysa bağımsız tarihçiler, Dersim’de bir isyan değil, bir tepki olduğu görüşünde birleşiyor.
Dersimlilerin vergi toplama yöntemine karşı çıktıkları ve buradan hareketle çocuklarını askere göndermeyip, onun yerine yol açma çalışmalarına katıldıkları; Hükümetin kendilerine verdiği özerklik sözünü tutması gerektiğine ilişkin bir yaklaşımı benimsedikleri doğrudur. Bu süreci dile getiren 40 kişilik bir ileri gelenler topluluğu olduğu doğru; ancak Hükümetin bunları yakalamak isteğinden hareketle bir kalkışma ve isyan başladığı iddiası doğru değildir. Bugün bölük pörçük ulaştığımız bilgilere göre, Hükümet, resmi raporlarında, köyleri nasıl yok etmek gerektiğine ilişkin yöntemleri anlatıyor ve sonuçta ilgili ilgisiz binlerce insanın katledildiğini biliyoruz.

Cumhuriyet, tarihiyle hesaplaşmalı
Resmi konseptin, Dersimlilerin güneşe taptığına dikkat çekerek, katliamda görev alacak askerlerin “işleri”ni vicdan azabı çekmeden yapabilmeleri için “Dersimliler insan eti yiyerek yaşıyor”u raporlaştıracak kadar gaddarlaştığı görülüyor. Görevli askerlerin kadınlara, kızlara tecavüz ettiği, herhangi bir çatışmaya girmeyen köylülerin tümüyle kurşunlanıp öldürüldüğü de, inkar edilemez bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
İşte Öymen, böyle bir konunun yeniden tartışılmasına vesile olmuş bulunuyor. Tartışmalar, Dersim’de yaşanan acıları Öymen üzerinden gündelik politikaya kurban etmeyi amaçlayan bir seyir izliyor. Bu nedenle dikkatlerden kaçan birbiriyle ilintili dört nokta önem kazanıyor. Birincisi Öymen, benimsenmesi imkansız görüşlerini açıklıyor ve böylece biz tarihimizin sayfalarında gizli bir yara olarak kalmış bulunan Dersim ile yeniden yüzleşme imkanını yakalamış bulunuyoruz. Dolayısıyla “bir musibet bin nasihattan yeğdir” sözü bir kez daha doğrulanmış oluyor.
İkincisi, hesaplaşılması gereken zihniyet, Öymen’in çapını aşıyor. Öymen, resmi konseptin tanımından hareketle Dersim’e isyan diyor; yaşananları doğru bulup bulmaması kendi ferasetiyle ilgilidir. Ancak bu konuşma, CHP ile kristalize olan bu tarihi süreçle ilgili CHP’nin de ötesinde devletin kendi geçmişiyle hesaplaşması gerektiğini de gösteriyor. O tarihte olup bitenleri, CHP ile sınırlamak, “açılımlar” girdabına kapılmış bulunan Hükümeti rahatlatabilir; ancak tarihi yanlış yorumlamaktan başka bir işe yaramaz. Bir politik parti olarak CHP, kendi özel tarihiyle hesaplaşabilme cesaretini gösterirse, geleceğinin de önünü açabilir. Ancak, Dersim’de yaşananlar, CHP’yi aşan bir resmiyet içeriyor ve Cumhuriyet Türkiyesinin Dersim üzerinden kendisiyle hesaplaşması gerekiyor. Zira Hükümetler gelip geçiyor ama devlette devamlılık esastır!

Ölümü görmüş Aleviler, sıtmaya razı!
Böylece üçüncü noktaya da gelmiş bulunuyoruz. Dersim’de onbinlerce masum insanı “tekip ve tenkil” etmek, devlete rağmen CHP’nin sorumluluğunda olduğunu kabul etsek bile Alevilerin yaşadığı trajedinin ağırlığı da resmolmuş oluyor. Düşünün ki, Dersim’de 40 bin Alevi, hiçbir gerekçe olmadan katledilmiş ama Aleviler bugün bile büyük çoğunlukla CHP’ye meylediyor. Demek ki, devletin Osmanlı’dan taşıyıp getirdiği Alevilere yönelik uygulama ve yöntemler, “ölümü görüp sıtmaya razı olma” haline o kadar benziyor ki, Aleviler, bugün hala katliam emrini verenlerin mensup olduğu partiyi desteklemeyi bir “kurtuluş kapısı” olarak görebilme çaresizliğindeyse devleti yönetenlerin aynanın karşısına geçip kendilerine bakmaları gerekiyor. Trajik ama durum böyle! Madımak Katliamı gibi bir vahşeti kınamaktan imtina eden Hükümetin Dersim’e sahiplenmesinin günlük politik manevralar dışında anlamı olmaması da Alevilerin bu “mecburi iskan”larını anlatmaya yetiyor.

Dördüncüsü, “açılım”lar yumağından bunalmış Hükümet’e bir soluk alma imkanı yaratan Öymen’in konuşmasından hareketle Tunceli’nin adının Dersim’e dönüştürülmesi, gündelik politik hayatın bir cilvesi olmaktan öte anlamlar taşımıyor. Bugün, Dersim’e katliam demek yetmez; tutarlılık, Dersim’den başlayarak, başta Diyarbakır olmak üzere adları değiştirilmiş her yere eski adının iade edilmesi ve Dersim’de yaşanan katliama ilişkin devletin özür dilemesini gerektiriyor. Küçük çocukların ailelerinden zorla alınmasından tutun da, Seyit Rıza’nın mezarının nerede olduğuna kadar bir dizi olumsuzluk orta yerde dururken, halkın arasında adı zaten Dersim olan Dersim’e resmi dilde Dersim demenin ne anlamı olabilir ki?
Onur Öymen’e gelince... Atatürk’ün her yaptığını doğru bulabilecek biri, olsa olsa resmi konseptin temsilcisi olabilir. Bugünden geriye bakıldığında, Kürt sorununun çözümü için örnek olarak Dersim katliamını gösterebilecek birinin önemli bir politik partinin genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor olması, bir çeşit kara mizah örneğidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL