Öcalan'ın hücresi ve Reşadiye Pususu: Senaryo kime ait!

Durup dururken Öcalan’ın hücresinin 0.17 m2 küçültülmesi projesinin nasıl bir arkaplanı olduğunu tartışacaktım; Tokat’tan katliam gibi bir haber geldi. Karakolun erzak teminini yapan askerlere yönelik Reşadiye dönüşü gerçekleşen saldırıda yedi asker yaşamını yitirdi; üçü de yaralandı.
Hem Öcalan’ın hücresinin küçültülmesinin hem de Reşadiye eyleminin zamanlaması ilginç. Bir çakışmadan bahsedebiliriz; henüz açığa çıkartılamamış bir senaryonun farklı aşamaları gibi görünüyor. Öcalan’ın hücresinin küçültülmesinin gerçekleşmesinin kamuoyuna yansıma zamanı, PKK’nın FİS Köyü’nde kurulduğu tarih olan 27 Kasım ve sonrasına geliyor. Kuruluş yıldönümü kutlamaları, bir anda “kurucu”nun hücresinin küçültülmesine yönelik protestolara dönüşüyor. Bu kutlamalar sırasında, 17 yaşında masum bir kız çocuğunun, atılan molotoflar nedeniyle bir üniversite öğrencisininse katıldığı protesto eylemi sırasında yaşamını yitirmesi kimin umurunda?
Bu kadar tesadüf, ancak planlanabilir!
Zamanlama bu kadarla sınırlı değil; yıllardır rafta bekletilen DTP’nin kapatılması davası, nasıl bir takvimse, tam da bugünlerde Anayasa Mahkemesi’nin önüne indiriliyor. Konu’nun görüşüleceği günün öncesinde gerçekleşen Reşadiye pususu ile Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisi de senaryonun diğer öne çıkan noktaları olarak görünüyor.
Bütün bu gelişmelerden, Başbakanın ABD gezisiyle DTP’nin kapatma davasının önceden bir takvime bağlandığını varsaymamız gerekiyor. Uluslararası ilişkilerde, kural gereği, bir tesadüflük olmayacağına; hukukta da, işin etiği gereği, tavassut kabul edilemez olduğuna göre, ortada bir senaryo varsa, diğer girdilerin bu takvime göre planlandığı anlaşılıyor.
Reşadiye pususu daha çok tartışılacağa benziyor. Şiddetle kınamak ve mahkum etmek lazım gelen bu saldırı, akla ilk gelen eylemci örgütlerle ilişkilendiriliyorsa da akla pek yatkın görünmüyor. Hem söz konusu coğrafya, hem iklim koşulları hem de demografik yapı, pusunun adı geçen örgütlerce atılabileceği ihtimalini zayıflatıyor. Geriye, henüz açığa kavuşturulamamış, uluslararası bağlantısı da olduğu izlenimini yaratan bir senaryonun deşifresi kalıyor.
Bunun böyle olduğunun kuvvetli işaretlerini de Öcalan’ın hücresine yönelik gerçekleştirilen 0.17 m2’lik küçültme operasyonunda görüyoruz. Kürt sorununda şiddeti devre dışı bırakarak, Irak ve Türkiye’deki Kürtleri, sisteme dahil etme eksenli “açılım” projesi uygulanmaya konulmuş ve hatta “Barış Grubu” adıyla Mahmur ve Kandil’den gelenler, düğün, bayram gibi karşılanmışken, Kürtler açısından, fiilen dikkate alınan bir merkeze dönüşmüş bulunan Öcalan’ın hücresinin küçültülmesinin tesadüfü bir çalışma olduğu akla pek uygun görünmüyor.
0.17 m2, kimin ufkunun sınırı?
Adalet Bakanlığı memurlarının verdiği rutin bir karar olmadığı açık. O halde, koskoca devletin, yaklaşık 40 bin gencimizin hayatına mal olan ve bu nedenle çözüme dair konuşmaların bile tabu kabul edildiği Kürt sorununa “açılım” getirmeye çalıştığı bir ortamda, yıllardır “gözü gibi baktığı” Öcalan’ın hücresinden 0.17 m2’lik bir küçültme yapması anlaşılabilir mi?
Öcalan’ı tecritten kurtarmak amacıyla sevkedilen yeni hükümlülere yer açmak amacıyla bir düzenleme yapıldığı düşünülse bile 0.17 m2’lik küçültme hiçbir akla ve izana sığmıyor. Ya DTP’liler tarafından dile getirildiği gibi Öcalan’ın hücresi yarı yarıya küçültülmüş ya da 0.17 m2’lik küçültme, açılıma dair kaygıların devlet içindeki uzantılarının kaos yaratabilme gücünü gösteriyor. Yahut, “açılım”ın tıkandığı noktada devreye girecek “B Planı”nın bir parçası olarak önceden planlandığını akla getiriyor.
Hangi ihtimal kabul edilirse edilsin, özel olarak Adalet Bakanlığı, genel olarak Hükümetin, süreci yönetebilme reflekslerinin zayıf olduğu görünüyor. Muhtemel krizleri yönetme reflekslerinin gelişmiş olması beklenen Hükümet, hücre örneğinde de görüldüğü üzere yeni kriz yaratabilme potansiyelini bir dinamit gibi yanında taşıyor.
Hepimiz biliriz; Hükümet ve devlet, her zaman aynı anlama gelmez. Hatta bazen Hükümet ile devletin refleksleri birbiriyle çelişebilir. Nitekim Başbakan Erdoğan da, Kürt açılımını, “bu devletin bir projesi, biz uygulamacıyız” mealinden bir açıklama yapmıştı. O halde senaryonun kime ait olduğu sorusunu cevaplamamız gerekiyor.
Ergenekoncular mı, Gülenciler mi?
İki ihtimal var. Birincisi, geleneksel derin devlet! Kürt sorununun “açılım” yöntemiyle çözülmesini istemeyen bu güçlerin oluşan mutabakatı dinamitlemek için önce Öcalan’ın hücresini küçültmeyi uyguladığı; sonra da Reşadiye gibi hassasiyeti yüksek bir noktada pusu attığı, bir ihtimal olarak, hesaba katılması gerekiyor. Ergenekon soruşturması çerçevesinde bu güçlerin gördüğü hasara rağmen bu tarz karşı ataklar yapabilme güçlerinın varolup olmadığı tartışılabilir.
Bir çeşit harakiri! Neden olmasın?
İkinci ihtimale gelince!..
Asla yabana atılacak gibi görülmüyor. “Açılım” projelerinin bir çeşit Gülen operasyonu olduğu söylenegeliyor. Ancak, gelişmeler, sürecin iyi yönetilmediğini gösteriyor. Sürecin çıkmaza girdiğinin anlaşılması üzerine senaristlerin “B Planı”nı devreye soktukları ihtimali öne çıkıyor. Buna göre, “açılım”ların devreden çıkartılabilmesi ve bu sürecin sonlandırılması için “baltalayıcı” girdilere duyulan ihtiyaç, önce Öcalan’ın hücresinin küçültülmesine sonra da Reşadiye’de atılan pusuyla 7 gencimizin öldürülmesine neden oluyor.
Olabilir mi?
Binbir senaryonun havada uçuştuğu devletler tarihi, böyle bir ihtimalinde mümkün olabileceğini düşündürüyor. Böyle bir şey Hükümet açısından intihar anlamına gelmez mi?
Evet öyledir!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL