Birinci yılında belediyeler

29 Mart 2009 yerel seçimlerinin üzerinden bir yıl geçti; bir yıldır kentlerimizi ya yeni başkanlar ya da halktan yeniden onay alan eski başkanlar yönetiyor. Başta İstanbul olmak üzere, Türk belediyeciliğinin tarihi epey eskilere gidiyor ama demokrasi kültürünün en az yerleştiği kurumsal yapıların başında belediyeler geliyor. Bu nedenle olsa gerek, son seçimlerde bütün tarafların demokrasi ve katılıma özenle vurgu yapmışlar; haksız ranta karşı şeffaf yönetim vaat etmişlerdi.
İşin ilginç yanı her yeni kavramı, eski simalarla yan yana kullanılırken görüyoruz. Eski simalardan biri de Aytaç Durak! Partiler değişti ama O hiç değişmeden çeyrek asırdır Adana’yı “yönetiyor”. ANAP ile başlayan “yönetme süreci”, DYP, AKP ve MHP ile bilinen noktaya gelmiş bulunuyor. Olup bitenler açığa çıkınca “dürüstlük timsali” Bahçeli, Durak’ın istifasını istedi; Başbakan Erdoğan da, Durak’ı niçin aday göstermediklerinin “böylece anlaşıldı”ğını söylerken övünür gibiydi.
Mevcut partiler, işlerin sarpa sarması durumunda “sütten çıkmış ak kaşık” rolüne ve birini “günah keçisi” ilan etmeye pek alışkın. “Günah keçisi” ilan edilenin “günahları”nı tartışmak bile gereksiz ama sistemi sorgulamadan bir gün kahraman ilan ettiğimiz kişiyi ertesi gün hain; dürüstlük timsali olarak tanımladığımız kişiyi ertesi gün hırsız ilan etmek ne kadar adil? Adanalıların Durak’ı; Ankaralıların Gökçek’i tanımlarken kullandıkları, “kim yemiyor ki, bu hiç olmazsa çalışıyor” cümlesinin Türkçe meali nedir? Dünyanın her yerinde, küçücük şirketleri bile “ortak akıl takımları” ile yönetilirken, Türkiye’de devasa büyüklükteki kentlerin “tek kişilik kahramanlar”ın inisiyatifine bırakılması ne anlama geliyor? Ortaya çıkan “tatsız durumlar”ın kamuoyu tarafından öğrenilmesi halinde, “tayin edici”lerin sorumluluğu niçin hatırlanmak istenmiyor?
Mart 2009 seçimlerinden önce de, ayırdedici olduğunu düşündüğüm şu soruyu sormuştum; “kentlerimizi, kente dair senaryosu bulunan ve bu senaryoya uygun görevleri üstlenecek şahsiyetler mi yönetecek yoksa parlak isimlerin deneme yanılma yöntemine mi bırakacağız?” Bu sorunun önemi, Aytaç Durak örneğinde açığa çıkmış bulunuyor. Elbette “kahraman başkan”ın nasıl tayin edildiklerini halkın bilmediği kadroları da önemsiz hale geliyor. Başkanlar, fazlasıyla “kahraman” haline dönüştürüldüğü için “arkadan hançerlemek” kavramı da kanıksanabiliyor. Örneğin bir zamanlar Gökçek’in “sağ kolu” gibi duran Murat Doğru’nun, şimdi soruşturma üstüne soruşturma geçiriyor olmasını, neden “kahraman”ın kendisini temize çekmesi olarak görmemekte direniyoruz? Köprülü kavşak projelerini bile kendisinin çizdiğini söyleyen, çeyrek asırlık Başkan Gökçek’in, olup bitenden bu kadar habersiz olabileceğine ihtimal verecek kadar saf mıyız?
Kentlerimiz, Adana’da yaşanlarla bir kez daha gördü ki, “her şeyi bilen” başkanlar tarafından yönetiliyor. Bu başkanların halkın onayından geçen bir kent senaryosunun, bir çeşit yol haritasının bulunup bulunmadığını, bırakın sıradan yurttaşları, uzmanların bile bilemiyor. Süreç, “kahraman başkan”ın gördüğünü kentin ihtiyacı sanma yanılgısı kadar naif de işlemiyor. Hizmet diye ürettikleri şeylerin gerçekte halkın ve kentin ihtiyacı olan hizmetler olup olmadığını ne “kahraman başkan”lar merak ediyor ne de kentlerde yaşayanların olup bitenden haberi olabiliyor. Zaten kentler de, “müşterisini belirleyen işletmeler”e dönüştürülmüş bulunuyor. “Müşterisini belirleyen işletmeler”, hiç olmazsa, kar için de olsa müşterinin ihtiyacını belirlemenin gereğine inanıyor. Belediyelerimiz ise bunu bile önemsemiyor. Yasanın öngördüğü Kent Konseyleri bile “dostlar alışverişte görsün” babında örgütleniyor.
Demek ki, kentin neye ihtiyacı olduğunu belirlemek için halkın baş aktör olarak algılandığı bir kent yönetim modeline ihtiyaç bulunuyor. Bu modelde göz kamaştırıcı “kahraman başkan”a ihtiyaç yoktur. Bu modelin en önemli hareket noktası, kentin fotoğrafının kentliyle birlikte çekilmesini sağlayan mekanizmalardır. Tecrübeler, katılım ve şeffaflığın bir propaganda aracı olmaktan çıkartılıp, gerçek hayatta uygulanması için kişisel inisiyatifi önleyici mekanizmaları kurumsallaştırmaktan geçtiğini gösteriyor.
Bu çerçevede, Adana’da yaşananların Adana’ya özgü olmadığını ama yaşananları bütün Türkiye’ye yeniden hatırlattığı için “bir musibet, bin nasihattan yeğdir” şeklinde değerlendirmemizi gerektiriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL