Ermeni ise kime ne?

Referandum tarihi yaklaştıkça gerginlik de artıyor. Başbakanın TÜSİAD, TOBB gibi çatı örgütlerine “tavrınızı açıklayın” baskısı yapması; YARSAV’ı hedef tahtasına koyması bu gerginliğin geldiği boyutu işaret ediyor. Kısa boy-uzun boy, yetmedi soy –sop ve hepsinin üzerine tuz –biber olan Gökçek’in , “Kılıçdaroğlu’nun annesi Ermeni” sözleri de AKP’nin yürüttüğü kampanyanın agresifliğini gösteriyor.
Tuhaf bir ruh hali içinde sürdürüyoruz ömrümüzü! Türk’ün, Kürd’ün, Çerkez’in, Ermeni’nin, Rum’un, Hristiyan’ın, Musevi’nin ve de Müslüman’ın kardeş kardeş yaşadığı bu toprakların nasıl birden bire yeknesaklaşarak, yalnızca Müslümanların yaşadığı bir hale geldiğini merak edip kaygılanmak gerekirken, “yüzde 99’u Müslüman” bir ülke haline gelmekle övünmekten daha tuhaf bir hal olabilir mi? Siyaseten alt edemediğimiz birini, paranoya milliyetçilikle körleştirdiğimiz halkın gözünden düşürmek için soyuna sopuna dikkat çekmenin marifet olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Daha önce Cumhurbaşkanı Gül için söylenen sözlerin şimdi Kılıçdaroğlu için söyleniyor olmasında hiç kimsenin bir tuhaflık görmemesi de bunu gösteriyor. Daha da acısı, bu söylemi eleştirenlerin eleştirirken bile Ermenileri aşağılar tutumlar takınması.
Kültürel kodlanma paranoya milliyetçilikle işlenince AİHM’e giden Dink savunması da ister istemez Nazi örnekleriyle kanıtlanmak isteniyor. Başbakanın yerine aday gösterilen Dışişleri Bakanı üzüntülerini belirterek; Adalet Bakanı ise savunmadan haberdar olmadığını söyleyerek, işin içinden sıyrılmaya çalıştıklarını görüyoruz. Oysa uluslararası ilişkilerde atılan en küçük adımdan bile Dış İşleri Bakanlığı’nın haberinin olmaması imkânsız. Azıcık bürokrasiyi bilen herkes, Dink savunmasından haberdar olmadığını söyleyen Bakanın da, savunmayı yapan hukukçuya vekâlet verdiği de aşikâr. Durumun açığa çıkması üzerine bildirilen “üzüntüler”, iyi niyetli kabul edilse bile tekil olaylarda yaratılan kamuoyu karşısında geri adım atmaktan ibaret görünüyor. Zira paranoya milliyetçiliğin ulaştığı noktanın hegemonik dilden sökülüp atılması için adım atmak bir yana, el altından desteklendiği Gökçek örneğinde açıkça görülüyor.
Yeri geldiği ve oya dönüşme ihtimali hesaba katıldığı için idam edilen Necdet Adalı’ya ağlayan Başbakan’ın, Gökçek’in kullandığı dile sessiz kalması; demokrasi vurgusu yaparken yüzde 10 barajını unutması; Danıştay ve AİHM kararlarına rağmen Alevilerin zorunlu din dersi taleplerini görmezden gelmesi, bilinçaltındaki tekleştirici kültürün deşifrasyonu anlamına geliyor.
Siyaset, halkın talep ve isteklerini hangi programlarla gerçekleştirilebileceğini halka anlatabilme ve destek alabilme sanatıyken Türkiye’de “olmayacak duaya amin” deme akrobasisine dönüştürülmüş durumda. Başbakanın aylar sonra yeniden Dersim meselesine vurgu yapması da bunu gösteriyor. Başbakanı dinlediğinizde, acaba, özerk Dersim talebini dile getiren Seyit Rıza’nın danışmanı Nuri Dersimi gibi mi düşünüyor yoksa idam cezalarına mı karşı? “Özerk Dersim” talebini haklı bulsa BDP ile örtüşmesi; idam cezalarına karşı olsa Adalı ile Pehlivanoğlu’nun yanına Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ekleyerek, toptan karşı çıktığını söylemesi beklenir. Açık ki, Başbakan, anı kurtarmak için tarihsel yaraları depreştirmekte bir beis görmüyor.
Bütün bunlar, referandum sürecinin esasında bir turnusol kâğıdı rolü oynadığını da gösteriyor. Anlık başarı için eteklerde dökülen taşlar, Gökçek örneğinde olduğu gibi, insanın tüylerini ürpertiyor. Sahi, kimin hangi kökenden geldiğine ilişkin bu merak niye ve kimi ilgilendiriyor?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL