Referandum sonrası Türkiye

AKP Hükümetinin, resmi konsepti kendi konseptiyle değiştirme stratejisi adım adım işliyor. Karşılarında, resmi konseptin kuyruğuna takılmamış bir alternatif olmadığı için hala güçlüler ve güçlerini de artırıyorlar. CHP'de Kılıçdaroğlu ile değişen hava, eski hastalıkların nüksetmesi nedeniyle yerini bildik bir havaya bırakmak üzere. Bütün bunlar henüz Hükümetin bir alternatifi olmadığını gösteriyor.
Referandum, AKP, CHP ve BDP gibi, üç önemli politik hattın varlığını tescillemiş bulunuyor. Referandumda hesaba katılmak istenmeyen boykotun dışında kalan oylar yüzdesinde 58 olan “evet”in resmi konsept ile o konsepte karşı olan AKP’nin yarattığı çatlağın büyüdüğü söyleniyor. Önem atfedilen taraflarından biri gibi görülen ordunun Hükümetin suyuna gidiyor olması dolayısıyla bir “çatlak” ve “kırıklık”tan bahsetmek çok sahici görünmüyor. Ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını dizginsiz satışa çıkartan, boş bulduğu derenin üstüne hidroelektirik santrali kurmaya kalkışan Hükümetin icraatların “kamu yararı” ilkesiyle karşı çıkan yargının da “dedelerin ataması” ve “vesayetçi” suçlamasıyla bertaraf edildiği bir dönemi geride bırakıyoruz.
“Evet” cephesinin dinamosunun AKP olduğu; çıkan sonucun da AKP’ye güven verdiği görülmekle birlikte halkta bir AKP yorgunluğu görülüyor. Halkın AKP yönetiminden yorgun düştüğü doğru ama AKP'nin karşısında argümanlarını 20. Yüzyıldan almış bir CHP’nin de umut vermek için yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bunun en çarpıcı örneğini, türbanı çözmek amacıyla Sencer Ayata’nın ortaya attığı tezin YÖK'ün, bir zamanlar bulduğu tuhaf çözümden farklı olmaması oluşturuyor. AKP'nin alternatifi özgürlükleri şiar edinecek bir politik güç ama o da Türkiye'de yok. Bu nedenle AKP, kendisinden yorulan halk açısından gene de kötünün iyisi olarak görülüyor. Kötünün iyisi seçeneğini iyi seçeneğine dönüştürmenin yolunun 2002’den beri “ana muhalefet” konumunda olan CHP’nin pratikte “komutanları savunmak” dışında da akılda kalabilecek çözümler üretmesinden geçtiğini de not düşmemiz gerekiyor.
CHP’nin, ülkenin temel sorunlarını bir yana bırakıp, tutulduğu tuhaf milliyetçilik sendromundan bir türlü kurtulamamasını, kralın çıplak olduğunu görmemesiyle ilişkilendirmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun, “aklının götürdüğü yere gitmek” anlamına gelen kimi çıkışlarının hemen ters yüz edilmiş olması, savundukları görüşlerin ülke gerçekleriyle örtüşmediğini gösteriyor. Kendi iç bünyelerindeki zayıflık da hesaba katıldığında partideki dinamizm sorununun kökeni de açığa çıkmış oluyor. “Hayır” cephesinin ana ekseni olmasına rağmen, entelektüellere, solculara, alternatif üretebilecek konumda olanlara kapılarını açabilme cesareti ve sorunlu kesimlere “dokunabilme” becerisini gösterememesi buna işaret ediyor.
Çok önceden beri ayak sesini duyuran ancak referandumla birlikte herkesin görmek zorunda kaldığı bir diğer realite ise BDP’nin durumu. Ağızlarını her açtıklarında “PKK’ya terörist demezseniz sizinle konuşmayız” denilerek susturulan BDP çizgisi, referandumla birlikte Kürtleri temsil ettiğini herkese göstermiş bulunuyor. Sonuca bakılırsa, Öcalan’a atfedilerek belirtilen, “hayır deseydik paket geçmezdi” sözü, BDP çizgisinin gücünü gösteriyor. Zaten Hakkâri ve Diyarbakır gibi Kürtler açısından önem arzeden merkezlerin boykotta gösterdikleri tutum da, 20 Eylül sonrası için izlenecek yolun nereden geçtiğine işaret ediyor.
Türkiye’nin tarihsel geçmişi uzun olan temel sorunlarının başında Kürt sorunu, inanç özgürlüğü ve yüksek standartlı temel hak ve özgürlüklerin tanınması geliyor. 20 Eylül, hem “çatışmasızlık” için verilen sürenin sonu hem de yeni öğrenim yılının başlangıcı. Referandumda elde ettikleri başarıyı bu kez, “ana dilde eğitim” talebi nedeniyle okulları boykot etme çağrısında bulunan BDP’nin ve diğer partilerin hiç birinin aklına hem AİHM hem de Danıştay kararları bulunmasına rağmen zorunlu din dersi konusunda adım atılmamış olmasının gelmemesi tuhaf değil mi? Yıllardır olduğu gibi bu sene de başta Alevi çocukları olmak üzere, binlerce çocuk, zorunlu din dersine tabi tutulacak. Bunu yalnızca Alevilerin feryatlarında başlayıp biten bir sorun olarak görmek ne kadar adil? Alevilerin de, “zor oyunu bozar” prensibine başvurması mı gerekiyor?
Referandum bitti; temel sorunlar, öncesinde olduğu gibi varlığını sürdürüyor. Çözümün anahtarı, bu halkın dilinde. Yakın gelecek, bu dili çözecek olan politik hareketin olacak. Erdoğan’ın, “kurmaylarıma yüzde 42’yi tahlil edin” çağrısı, CHP’den de yüzde 58 ve boykotun tahlilinin yapılması gibi bir sonucu yaratabilirse 2011 genel seçimleri, yeni bir sürecin önünü açabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL