Çocukların aşısı, Kürtlerin dili!


Malum, aşı mevsimi! İlköğretim birinci sınıflara aşı yapılıyor. Uygulama iyi ama bilgilendirme hak getire!
Ali Kaan, “Pazartesi aşı olacağız” deyince “5N1K” hesabı, zihnimde sorular uçuştu. Aşı sonrası oluşabilecek herhangi bir olumsuzluğa karşı önlem olsun diye imzalattırılan “alerjisi yoktur” belgesi dışında hiçbir bilgi yoktu.
Okul’a gittim. Öğretmen bilmiyor; ilgili Müdür Yardımcısı bilmiyor. Havada uçuşan “gün içinde bir ara gelecekler” cümlesi dışında bir şey söylenmiyor. Bin bir zahmetle büyütüp okul kapılarına taşıdığımız çocuklarımızın en çok korktukları aşıya dair her sorunun karşılıksız kalması hali, suyumuz akmadığında, otobüsümüz gelmediğinde, elektriğimiz kesildiğinde aradığımız yetkililerin suya yazı yazar gibi söyledikleri ucu açık cümlelere ne kadar da benziyor!
Evham mı?
Çok mu telaşlıyım; fazla mı evham ediyorum acaba? Etrafa bakınca çocuklarını “mahalle mektebi”ne teslim eden çokça velinin aynı telaşı yaşadığını görüyor, rahatlıyorum! Demek ki “doğru yoldayım”! İşe gitmek zorunda olan veliler, böyle bir zorunluluğu olmayan işsiz ya da emekli velilere emanet ediyor “sorunu”. Bir gelişme olursa haberleşmek üzere “pozisyon” alıyoruz.
Saat on; telefonum çalıyor. “Geldiler, sizin sınıftan başlıyorlar”. Bereket çok uzakta değilim; hızla okula yöneliyorum. Güvenlik, gelişimdeki kararlılık karşısında kenara çekiliyor; belli ki çok fazla konuşulmuş bu konu.
Koridora girer girmez vaveylayı duyuyorum; hıçkırarak ağlayan çocuklar neredeyse tuvalete sığınıyor. Fiziki yapısı ve zihin sistemi sınıf arkadaşlarına oranla daha gelişkin olan Ali Kaan, ilk sırada, aşı olmayı bekliyor; göz göze geliyoruz, “kaybol” işareti yapıyor. O’na görünmemek için çekilirken gözüme hıçkırarak ağlayan Başar ilişiyor. Öğretmenin çabası, ikna etmeye yetmiyor. “Ben annemi istiyorum” diyor beni hedefleyerek.
Dünyanın en örgütlü topluluğunun ilköğretim velileri olduğuna bir kez daha ikna oluyorum; daha ilk günden “kimdir, necidir” sorusu akla gelmeden ve çocukların masumiyeti ön plana çıktığından alıp verdiğimiz telefon aklıma geliyor. Arıyorum annesini; zamanını bilmiyormuş. Hemen geliyor. Az bir zaman sonra koridorda bir veli yığılması oluyor; eğitim, ister istemez aksıyor.
Nesne mi, özne mi?
Sonradan anlaşılıyor ki, okul yönetimi de aşının ne zaman olacağını bilmiyor. Sağlık yetkilileri, gelecekleri günü belirtmişler ama saatini açık bırakmışlar. Onlar için bir prosedürün yerine getirilmesi gibi görünen şey, bizim için hayati önem taşıyor.
Hani Neil Armstrong, aya ilk ayak bastığında, “benim için küçük ancak insanlık için dev bir adım” demişti ya durum biraz bu sözün tersine benziyor. Okul yetkilileri için 30 kişilik sınıf; sağlık yetkilileri için 30 aşı, bizim için her biri farklı süreçlerden geçip aynı düzlemde buluşan şahsiyetler anlamına geliyor. Türkçe mealiyle nesne ve özne farkı! Söz konusu 30 kişilik sınıf ve 30 aşı olunca nesneleşen şeyin, anne babalar için ayrı bir dünya, ayrı birer şahsiyet anlamına geldiğini, yetkililer, düşünemiyor!
Haber verme, bilgilendirme, anlama ihtiyacı duymuyor. Çocuğun sağlığını koruma refleksi, onun psikolojisini bozduğunu görmesini engelliyor. Korkutuyor; büyüyene dek, her beyaz önlüklüyü gördüğünde korkunun o küçücük bedenini sarmasına yol açıyor. Kendisine yabancılaştırıyor ama esas olarak sağlıklı bir hayat yaşaması için gerekli bilinç dönüşümünün önünü kapatıyor. Bu yaşta canını “acıtan” beyaz önlüklüyü hiç unutmuyoruz. Büyüdüğümüzde takatsiz düşene kadar doktora gitmemekte direnme serüvenimizin arka planında bu nesneleştirme hali yatıyor.
Türkçe konuşup, derdimizi Türkçe anlattığımız halde sonuca ulaşamama hali, aklıma dil tartışmasını getiriyor. Acaba diyorum, suyu akmayan, elektriği kesilen Diyarbakırlı ya da Hakkârili aklına gelen soruları nasıl soruyor? Karşıdan cevap alıyor mu; peki aldığı cevabı nasıl anlıyor? Belçika, hakikaten dil yüzünden mi bölünmeye doğru gidiyor? “Benim milletim”, “o dil”i konuşursa dünyanın sonu mu gelir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL