Büyük Can Dedi ki!


“Vakitsiz yatırmayın beni /Daha çok erken” demişti şiirinin birinde ama nihayetinde sonsuzluğa göçüp gitti. On iki yıldır ışıklar içinde yatıyor olmasından rahatsız olanlar, Can Yücel’in mezar taşlarını kırdılar; öyle bir öfke ve o kadar büyük bir hınçla. Ondan önce de, “vasiyetidir” diyerek, mezarına şarap dökmüşlerdi; güya vasiyetiymiş!.. Demek ki, ürkmüş, “fincancı katırları”. Demek ki, rahatsız etmiş, “Hep yarışıyoruz/ Sen mi ben mi /Önce kim /Ölümü öldürecek diye”rek hep aramızda olması. Demek ki, “sapına kadar şair bir herif”in yazdığı her satırın, “bu ülkenin çocukları”ndan, “o çocuklar, o yapraklar, o şarabi eşkiyalar”dan söz ediyor olması çileden çıkarmış onları.

Evet, O şarabı severdi; belki de şarap en çok O’na yakışırdı. Ama “Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır; /Yürünmez öyle hep, bazen susulur” dizeleri de O’na ait. Yani, öyle dünyanın sözüne “Can” vermiş bir büyük şairi, şaraba indirgemeye çalışmak, bir büyük köylü kurnazlığı, ama nedense mumun da ömrünün yatsıya kadar olduğunu unutmuşlar!

Halbuki O, “ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” demişti; “sesini bu ölümlü dünyaya yadigar bırakmadan” önce. O’nun, “başka türlü bir şey benim istediğim /ne ağaca benzer, ne de buluta” dizeleriyle mezara şarap dökmenin nasıl bir ilişkisi olabilir. Elbette, “madem mezarına şarap dökülmesini istemiş, o zaman mezarının tahrip edilmesi vaciptir” diye düşünen aklıeveller, bilmiyorlar mı ki, O’nun binlerce Can’ı var. Tıpkı, şiirinde dediği gibi, “Ne kadar çok elimiz oldu, baksana /Tutuşa tutuşa /Bir orman yangını gibi”!

Güler Yücel, Can Baba’nın, “Birden işitilmez olsun ayak seslerim” demezden önce üç önemli vasiyeti olduğunu açıklamıştı. Adının bir “karhane”ye verilmesine karşı çıkmış; mezarının Datça’da denize karşı olmasını istemiş ve  bir “yerli tohum bankası” kurulmasını istemişti. Yani mezarına şarap dökülmesi gibi bir vasiyeti yok ama bağımsız bir Türkiye’nin olmazsa olmazlarından gördüğü “tohum bankası” kurulmasını ısrarla istediği açıkça görülüyor. Hükümet partisinin Datça İlçe Başkanı, bir “yerli tohum bankası” kurulmasına dair vasiyeti duymamazlığı sürdürüyor ama bir “meczup”un döktüğü şaraba dair açıklamayı görev sayıyor. Eee O görev sayınca, mezar taşlarını kıracak el de harekete geçiyor.

Muhtemelen yaşamış olması, “fincancı katırları”nı ürkütmesi, memleketin en küçük sorununa karşı en yüksek perdeden hassasiyet göstermesi; “daha lafınıza karışacağım” demesi rahatsız etmiştir, mezar kırıcılarını. Ama bilmezler mi ki, “kırılan taş”ın lafı bile edilmez; ölümsüz “Can”ların yanında! Hiç kuşkusuz anlamaları zordur; O’nun, fasulyeye aşk şiiri yazarken, biberiyenin kızarmış halinde bir genç kız güzelliği görmesini. “Kan yasası bu insanın: /Üzümden şarap yapacaksın /Çakmak taşından ateş /Ve öpücüklerden insan!” dizelerini de O yazmış; muhtemelen mezar taşını kıran Vandalların hali pür melalini anlatmak için…

Sahi Kültür ve Turizm Bakanı’nın herhangi bir sözü oldu mu kırılan mezar taşlarına dair? Duymadım ama Can Baba’nın hoşgörüsü Bakanı da kapsıyor. Değil mi ki, “Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi olmuyor ki...” dizelerini de O yazmış, günü gelince kendi karşısındaki saflara geçmiş olanlara lazım olur diye.

Gene de şiire başvurmak lazım.

O tez ayaklı eşkıya /Suyolcu Memet Pehlivan /Vadesi doldukta /Güneş müfrezelerinin yaylım ateşiyle /Vuruldu şafakta /Yatıyor şimdi /Rahmet okusak da okumasak da”! Taş kırıcılarına duyurulur; Can Baba’yı mezarda aramak boşuna! O kalbimizin en müstesna yerinde sürdürüyor yaşamını, kendisi gibi “şarabi eşkiyalar”la birlikte…

Yorumlar

  1. Aydınlanma erleri vurulmuş, yakılmıştır,
    Ya da idam edilmiş, karşıdan bakılmıştır.
    Can Baba yine şanslı, mezarı zarar görmüş,
    Sanırım bir öküzün boynuzu takılmıştır.

    Halk Ozanı Karamanlı Nevzat

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL