Kılıçdaroğlu bir ABD yapımı mı?
Bilgisi, görgüsü, tecrübesi ve
analiz yeteneğine rağmen CHP’yi hükümete taşıyamayan Deniz Baykal’ın, ABD’nin
Irak’a yönelik operasyonunu kolaylaştıracak 1 Mart Tezkeresi’ne karşı
gösterdiği çıkıştan sonra üstünün çizildiği söyleniyor. “O çizik”in açtığı yoldan varılan bir bel altı vuruşuyla hesap
edildiğinden çok daha kolay bir biçimde devre dışı bırakılan Baykal’ın
bıraktığı koltuğa Kılıçdaroğlu’nun oturmasıysa ‘derin ABD’ ile ilintilendirilmek isteniyor.
Kılıçdaroğlu- ‘derin ABD’ ilişkisi, bu kez de, Svante E. Cornell ve Halil
Magnus Karaveli tarafından hazırlanan ve hazırlandığı tarihten bu yana www.silkroadstudies.org sitesinde asılı duran “Prospects
for a ‘Torn’ Turkey: A Secular and Unitary Future?” başlıklı rapordaki
senaryolardan biri nedeniyle gündeme taşınmış bulunuyor. İki imzalı rapordaki
üç senaryodan birinde Kılıçdaroğlu’na dair yapılan yorumlar nedeniyle ABD ‘derin devleti’nin Kılıçdaroğlu’nu istediği
sonucuna ulaşmak, epeyce zorlanmayı gerektiriyor.
RAPORDAKİ İLK SENARYO AKP’Yİ GÖSTERİYOR!
Adı geçen sitede, söz konusu rapor dışında, hem Türkiye’ye hem de
AKP’ye yönelik çok sayıda yorum ve analiz bulunuyor. Söz konusu raporda geçen
üç senaryosundan “demokratik uzlaşma”
başlığını taşıyan ikincisinde Kılıçdaroğlu’ndan bahsediliyor.
Ancak, öncelikle “daha
muhafazakar bir Türkiye” başlıklı birinci senaryo üzerinde durmak
gerekiyor. Rapora göre, “AKP, 2011
seçimlerini de ezici bir üstünlükle kazanacak; yargıyı yeniden düzenleyecek”.
Bu arada “laikler daha marjinal bir hale
gelecek” ve Hükümet, “Kürt sorununu
İslamcı bir yaklaşımla çözmek isteyecek” deniyor. Bugünden bakıldığında,
Kürt sorunu için öngörülen bölümü hariç, adı geçen senaryonun tüm
ayrıntılarıyla gerçekleşmiş olduğu görülüyor.
İkinci senaryoya birincinin ışığında bakılabilir. AKP’nin merkez
sağ bir parti haline dönüşmesi ve dolayısıyla 2011 seçimlerini kaybetme
ihtimalini sorgulayan “demokratik
uzlaşma” başlıklı ikinci senaryo, Avrupa sosyal demokratları tarzında
yenilenmiş alternatif bir CHP ihtimalinden bahsediyor. Bu senaryonun hareket
noktasını, “Baykal’ın istifa için iknası
ve AKP’lilerin ‘yolsuzluklarını deşifre eden ve güven veren’ tanımıyla
anlatılan Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesi” oluşturuyor.
Üçüncü senaryo ise “askeri
vesayetin geri dönme ihtimali” başlığını taşıyor. Çoktan ‘tekaaütler’
arasına katılan general Koşaner’in “post
modern bir darbe” ile AKP’yi etkisizleştirmesi ihtimalini işleyen üçüncü
senaryonun nasıl imkansız olduğu artık görülüyor.
Gerçekleşme ihtimali sırasına göre hazırlanan üç senaryodan
birincisi tümüyle, ikincisi sadece Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesi
oranında gerçekleşmişken, üçüncü senaryonun tümüyle boşa çıkması, yorum ve
analizlerin hiçbir gizli saklı tarafının olmadığını gösteriyor.
Analiz yapan kurumun ABD’nin ‘derin
devlet’i tarafından destekleniyor olması bir tehlike işaretiyse ve ille de
bir ‘bit yeniği’ aranacaksa birinci senaryonun olduğu gibi gerçekleşmesinden
hareketle, ‘netameli hal’in yoğunlaşacağı
noktada aramak gerekmiyor mu? Ancak, aklı başında hiç kimse, yazıldığı günden
beri herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bir sitede asılı duran bu raporun dikkat
çektiği ihtimaller nedeniyle AKP’nin herkesten daha çok “Amerikancı” olduğunu söyleyemez. Bu bakış açısı ne kadar mesnetsizse,
“güven veren” Kılıçdaroğlu’nun
CHP’nin başına geçme sürecinde “Amerikan
parmağı” aramak da o kadar anlamsız görünüyor.
CHP’DEKİ İKİLİ İKTİDAR HALİNİN YARATTIĞI
DAĞINIKLIK!
Bütün bu tartışmaları, Kılıçdaroğlu’nun
genel başkan olmasıyla birlikte CHP’de görülen ‘ikili iktidar’ hali tetikliyor. Bu hal, ilk bakışta, CHP’nin ‘aciz’, ‘sorunlardan kaçan’ ve ‘ne dediğini bilemeyen’ bir partiymiş
gibi görünmesine yol açıyor. CHP’deki ‘ikili
iktidar’ın kimin lehine çözüleceği bilinmez ama Kılıçdaroğlu’nun yol
haritasına uygun bir çözüme evrilmesi halinde, CHP’nin Avrupai bir sosyal
demokrat parti olacağı aşikâr görünüyor.
Zaten asıl sıkıntı da bu nokta da
ortaya çıkıyor. CHP’nin ‘devlet partisi’
olarak kalması; istenildiğinde Dersim tartışmaları örneğinde olduğu gibi ‘silkelenmek’ isteniyor. O kadar ki, ‘devlet partisi’ refleksleri nedeniyle Baykal
döneminde Avrupalı sosyal demokratların haklı eleştirilerinin bugün de
sürmesinde fayda görülüyor. Hatta Norveçli Savunma Bakanı Espen
Barth Eide örneğinde olduğu gibi olmayan eleştirileri varmış gibi
göstermek ya da TESEV kurucu üyeliği nedeniyle Kılıçdaroğlu’nu, ‘kökü dışarıda’
göstermek için büyük çaba sarfediliyor. Ve fakat bir önceki söylemle
çelişse de, Kılıçdaroğlu’nun “bir ABD
yapımı” olduğu tezinin ‘servis’ edilmesi devam ediyor.
Elbette CHP, umutvar bir tutum
takınamıyor. Halkın beklentilerine yanıt verebilecek bir refleks
geliştiremiyor. Ancak, bütün bunlar, Türkiye’de, bir çeşit ‘majestelerinin muhalefeti’ istendiği
gerçeğinin üstünü örtmeye yetmiyor. KCK Operasyonları’nın avukatlara kadar
ulaşmış olması, Dersim gibi bütün bir toplumun on yıllardır kanayan yarasının
sadece CHP’yi abandone etmek için kullanılması da bunu gösteriyor. Oysa Türkiye’nin
sorunlarının çözümü, sorunun kaynağını bütün yönleriyle görebilme iradesini
gösteren hükümetin varlığı kadar farklı bakış açılarını gösterebilme maharetine
sahip güçlü bir muhalefeti de gerektiriyor.
Demokratik ve özgürlükçü bir
Türkiye, ancak böyle kurulabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder