Adalılar Türkü Söyler, Susar Darağaçları!

Adalılar Türkü Söyler, Susar Darağaçları!TÜRKİYE GÜNDEMİ
3,0
    
08.10.2012 10:59:05
A+ A-
Bugün(8 Ekim), 12 Eylül darbesinin toplumu susturmak için giriştiği idamlar serisinin ilk idamı olan Necdet Adalı'nın idam edilişinin 32. Yıldönümü. Arkadaşları ortak politik dostları dışında uzun süre kimin kimsenin hatırlamadığı, adından bahsedildiğinde çıkaramadığı Altındağlı "sarı çocuk", geçen yıllarda referandum vesilesiyle Başbakan'ın ağzından bütünTürkiye'de tanınmış oldu. Hatta o kadar tanındı ki, doğum yeri olan Denizli'de, AKP'li Denizli Belediye Başkanı'nın girişimiyle İstiklal Mahallesi'nde bir sokağa adı verildi.
Böyledir işte! Biz, Yeni Aşama Sosyalist Gençlik Dergisi'nin Ekim '87 sayısında,"Adalılar türkü söyler, susar darağaçları" manşeti attığımızda, "suçu ve suçluyu övmekten" toplatılmıştık. Adalı'nın türküsü Başbakanlık kürsüsünde ses verdiğine göre, hakikaten darağaçlarının söyleyecek sözü yokmuş; günahı kurduranın başına!
Necdet Adalı ile tanışmamız 1976'ya dayanır. Ben Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde; bildiğim kadarıyla o da Yıldırım Beyazıt Endüstri Meslek Lisesi'nde öğrenciydi. Benden yaşça büyüktü. Onlar, Ziraat Mahallesi'nde otururlardı; biz de o yıl Keçiören'e taşınmıştık. Keçiören'e gidip gelirken, yol üzerindeki Yıldırım Beyazıt Halkevi'ne uğramaya başlamış; Necdet ile de orada tanışmıştık. Pek konuşmaz; konuşanları dinlerdi. Ancak, her hangi bir saldırı anında hep en önde olurdu.

Suçsuzluğuna inandığı için firar etmemişti

O tarihlerde, bölgede bulunan Ziraat Fakültesi, MHP'lilerin; Ziraat Mahallesi ise sırtını Altındağ'a verdiği için devrimcilerin kontrolü altındaydı. Necdet, pek çok arkadaşı gibi, yaşı küçük olsa da, Ziraatli devrimci öğrencilerin okul çıkışı bir saldırıya uğramadan Halkevi'ne kadar gelmelerinde dayanışma gösterenlerin başında gelirdi. Okul ile arasının iyi olduğu pek söylenemezdi. Zaman zaman bizim lisenin önünde de görürdüm.
Aynı derneklere giden insanlar arasındaki ilişki, diğerleriyle olan ilişkiye oranla daha sıcak ve çabuk geliştiğinden, gördüğümüz yerlerde selamlaşmaya başlamıştık. Biz okul bahçesinde top oynarken, o Yılmaz Güney vari oturuşuyla bizi izlerdi.  Yakışıklı mavi gözlü biriydi. Herkes O'na "sarı" derdi. Bir sevgilisi vardı; o da "mavi gözlü, sarışın" bir kızdı.
Liseyi bitirdiğim 1977'de girdiğim üniversite sınavında beklentim yüksekti; ancak kazanıp kazanmayacağımdan emin değildim. Bu nedenle okullar kapanır kapanmaz, dershane için para biriktirmek üzere İstanbul'a gitmiştim. Yanlış anımsamıyorsam, Milliyet'te okudum. Ankara İsmetpaşa'da öldürülen iki kişinin zanlısı olarak Necdet Adalı, Kemal Ergin ve adlarını anımsamadığım birkaç kişi yakalanmıştı.
Basın Yayın Yüksekokulu'nu kazandığım haberini aldığında çok sevindiğini iletmişti; ziyaretine gidenlerle. İdamla yargılanıyordu; ancak idam cezası alacağına kendisi de, kimse de inanmıyordu. Aklanacağına, dışarı çıkacağına ve elbette "mavi gözlü, sarışın" sevgilisine kavuşacağına o kadar emindi ki, önüne, cezaevinden firar etme olanağı çıktığı zaman bile itibar etmemişti. Suçsuz olduğuna inandığı için dava arkadaşı Kemal Ergin, firar ederken, Necdet Adalı, cezaevinde kalıp yargılanmayı tercih etmişti(Bir iddiaya göre de firara yardım edenler Ergin'i alıp, Adalı'yı beklemeden kaçıp kaybolmuşlardı).
Şiir okumak yetmez; mezarına da gitmek lazım!
Hayat işte; 1980'lerde yükselen devrimci dalga, askeri darbeyle durduruldu ve Necdet Adalı, 12 Eylül darbesinin idam sehpasına gönderdiği ilk devrimci oldu. İdam edildiği tarihlerde, dönemin muhalif tüm gençleri gibi, ben de 141, 142 suçlusu olarak cezaevindeydim. O gece, koğuşta bulunan 250 kişi, gece saat 03.00 ile 05.00 arasında giysilerini giyip, O'nun idama gidişi karşısında saygı duruşunda bulunmuşlardı. İçimize akıttığımız göz yaşlarımızın yalnızca Necdet için olmadığını kendimize bile itiraf edememiştik; çünkü, giden yalnızca, masum bir arkadaşımız değildi; "belki yarından da yakın" beklediğimiz devrim de avuçlarımızın içinden kayıp gitmişti!
8 Ekim, Necdet Adalı'nın idam edildiği gün; ama aynı zamanda yedi Tİ-Genç Öncülü gencin de Ankara Bahçelievler'de evleri basılarak, kimi boğulma, kimi kurşunlama yöntemiyle vahşice katledildiği gün.
Geçenlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Menderes'in kabrini ziyaret etti ve idamın insanlık suçu olduğunu; "bizden ya da değil, hiç kimsenin idam edilmemesi" gerektiğini söyledi. Bu çıkış, esasında, Denizlerin de Necdet Adalı'nın ve diğerlerinin de idam edilmesinin bir cinayet olduğuna işaretti. Eylül 2010'da referandumda O'nun için şiir okuyan Başbakan, eğer unutmadıysa mezarı Karşıyaka'da, sıradan insanların arasında olan Necdet Adalı'nın mezarını ziyaret ederek, okuduğu şiire anlam kazandırabilir(mi?). Yedi TİP'linin katledildiği sokağa gidip, karanlık cinayeti işlettirenleri de, işleyenleri de kınadığını ve Türkiye'nin bundan böyle şeffaf bir demokratik yapıya sahip olacağı sözünü verebilir(mi?).
Yapabilir mi?
Demokratlık, sadece seçim kazanmak, referandumda daha çok oy almakla mı sınırlıdır?
Her soru yeni bir soruyu beraberinde getirir. Bildiğim şu ki, bugün biraz cılız çıkıyorsa da, "Adalı'nın türküsü düşmeyecek dillerde"!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL