Futbolun Spartaküs?ü olmak!

Futbolun Spartaküs?ü olmak!TÜRKİYE GÜNDEMİ
0,0
    
05.10.2012 15:07:12
A+ A-

Futbol halk oyunudur; nerede olsa, ister sokak arasında, ister okul bahçesinde ve hatta evin orta yerinde bile oynanır. Kolay oynandığı kadar güzel hayallerin de süsleyenidir futbol. Kimi kimsesi olmayan gençlerin kendisini ülkenin öne fırlamış futbolcularıyla özdeşleştirdiği; rüyalarında “arena”lara çıktığı ve zamanın hızla akıp gitmesiyle kaçırdığını düşündüğü o “şans”ı, bu kez oğullarının üzerinde denemekten çekinmediği bir oyundur. Samuel Beckett, sanki, “hep denedin, hep yenildin. /olsun.../ yine dene, yine yenil. /daha güzel yenil” sözlerini, yalnız oynanmayan ama hayalleri hep yalnız kurulan futbola ilgi duyan kimsesizler için söylemiş.  
Bu ülkenin çocukları, “üç büyükler”e doğarlar! Yürekleri üç büyükler için çarpar; üç büyükler arasında da pay edilirler. Ders arasında bile futbol konuşan ilkokul çocuklarının hayallerinde de üç büyükler vardır. Çoğu, ilk kavgasını, semtinden bile geçmediği, üç büyükler için yapmıştır. Muhtemelen şehrinin takımıyla hemşehrilik; üç büyükler ile de yurttaşlık bilincini yakaladığından olsa gerek, ikisi karşılaştığında kimi destekleyeceğini pek bilemediğinden eli ayağına dolanır. Ne kadar büyürsek büyüyelim; konu futbol oldu mu, bir yerlerden patlak verir, yaşanmamış çocukluğumuz!
Avrupa, Avrupa duy sesimizi!
En çok da Avrupa’da maç kaybetmeye dayanamayız. Tutmadığımız takımın yenilgisine bile üzülürüz; tuttuğumuz takım yenilmişse o hafta bütün işlerimizin ters gideceğine ilişkin totemleri olanlar hiç o kadar da az değil. Misal üç gün önce yüzde 70 oranında top üstünlüğü sağlayan Galatasaray’ın, Hatice-netice ikileminde yenik çıkması, boğazımızı düğümlemişti. Umarım onlar da “rüya”larından uyanmıştır.
Allahtan “hamburger çağı”nda yaşıyoruz! Üç gün önce yatağa boynu bükük girdiğimizi unutmuş; bir kez daha, “Avrupa, Avrupa duy sesimizi” tekerlemesine hızla geçiş yapmıştık. Alex’in, Aykut tarafından, üstelik yıllar önce kendi başına gelen gönderilme biçiminden daha dramatik bir yöntemle gönderilmesinin mürekkebi bile kurumadan Fenerbahçe, bir Avrupa ligi maçına çıkacaktı. Acaba, “büyük kaptan”ın gitmesiyle “gemi”nin “fırtınalı sular”da yol alması mümkün olabilecek miydi?
Bir çok açıdan merak edilen maç gelip çattığında, Alex’in “yükü”nün Fenerbahçe için “yumurta küfesi”ne dönüşüp dönüşmeyeceğine ilişkin düşünceler de zihnimizde çatışmaya hazırdı. Evet, bu takımda, Lefter de, Rıdvan da, hatta Aykut da oynamış ama sahaya çıkan 11, büyüklükleri tartışma götürmez nice futbolcunun yükünü taşımaları gerekmemişti.
Maçın hemen başında Fenerbahçe 11’inin, bu takımda, daha önce Alex diye bir oyuncunun oynadığına ilişkin hiçbir belirti vermemesi ilginçti. Sanki Şükrü Saraçoğlu’nda top oynuyorlardı ve gösterdikleri performans hiç de küçümsenecek gibi değildi. Hiç kuşkusuz, aklımıza “Türk gibi başlamak” deyimi gelmişti. Bu senenin “rüya takımı” Galatasaray’ın baskılı oyununa rağmen yenildiğini de akılda tutarak, oyundan düşeceklerine ilişkin “bozguncu fikir” de gelip zihnimize taht kurmuştu. Biraz sonra golü de kalelerinde görünce Fenerbahçe’nin işi, görünürde daha da zorlaşmıştı.

Robbie Fowler olmanın ağırlığı!
Kader işte! Kasımpaşa ve Elazığspor maçlarında iki topu bile arka arkaya göremeyen Fenerbahçe, oyundan kopmadığı gibi gole de golle karşılık verdi. Sonrasında güzel bir oyun oynayan Fenerbahçe, genç bir kadroyla mücadele eden Mönchengladbach’ı, hem de Almanya’da net bir skorla yendi. İlk golü atan Cristian, son golü de attı. Alex ile birlikte “oyunbozanlık” ettiği varsayılan Cristian’ın golleri ve oyunu süperdi. Esasında, daha bir hafta önce dökülen Cristian’ın birkaç günde bu kadar yüksek bir performans göstermesini istikrarsızlık örneği olarak mı görmek; “daha güzel yenilen” arkadaşının durumundan çıkardığı “ders”e mi bağlamak lazım, bilemedim!
Hele bir de formadaki Fenerbahçe armasını öpmesi var ki! Biz, bu coğrafyanın insanları mesaj vermekten hoşlandığımız gibi verilen mesajı da öncesi ve sonrasıyla ilintilendirir, ne denilmek istendiğini analiz etmekten de keyif alırız. Ama güçlüyle zayıfın; örgütlüyle örgütsüzün mücadelesinde güçlüden yana verilen mesajlar, yüreğimizi burkar; boğazımızı düğümler. Cristian, golleri attıkça, “en büyük Fenerbahçe” der gibi öptü armasını.
Olağan zamanlarda gol atan futbolcunun yapacağı hareketlerden birini yaptı, Cristian. Ancak, koşullarımız “olağan”değildi! Neler yaptığı, nasıl davrandığı dışarıdan çok bilinmediği için sezon ortasında ilişkisi kesilen bir futbolcunun yakın arkadaşından, golden sonra “olağan”a değil, “olağandışı”na gönderme yapması beklenirdi! Nedense Cristian’dan, golden sonra emeğe ve emekçiye vefa gösterilmesine ilişkin bir mesaj vermek için formasının altında arkadaşı Alex’in adının yazıldığı bir başka formayı göstermesini bekledim. Ama olağan dışı davranmak için de futbol aleminin “şık ağabeyleri”nden olmak gerektiğini de unutmamak gerekiyor. Tıpkı, attığı bir golden sonra formasının altındaki tişörte yazdığı "liman işçilerinin grevini destekliyorum" yazısını çıkaran Robie Fowler gibi.
Dedik ya, futbol halk oyunudur ve “fena halde hayata benzer”. Halk çoğunlukla güce tapar; zaten bu yüzdendir ki tarih güce tapanları değil, Spartaküs’ten bu yana yalnızca başkaldıranları hatırlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neşet Baba!

Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!

HALKIN POLİSİ CEVAT YURDAKUL