Sığar mı takvime anneler?(*)
Annemin çekilmiş pek çok fotoğrafı var ama bu fotoğraf, öğrencilik yıllarımdan çektiğim anneme dair tek fotoğraf.
Bugün Anneler Günü!
Dünya o kadar hızlı değişiyor ki, Kal-u Bel’a’dan bile eski olan anne-çocuk
ilişkisi, biraz da “piyasa”
üzerinden yeni bir şekle girmiş bulunuyor.
Yaşadığınız kentin caddeleri, bulvarları, sizi, zaten, annenize dair “bir şey” yapmaya zorluyor. “Piyasa”, bizim yerimize her şeyi
düşünmüş; vitrinlere taşımış; çocuklara, kendilerine “ilk kundaklık” yapan anneleri için içeri girip, paketlemek düşüyor.
Günün özelliği, “mana ve ehemmiyeti”
de bu arada sıradanlaşıyor; ne gam!
O’nu sıradanlıktan kurtarmak da “bir
denizin kollarında sallandığı” günleri hatırlayan çocuklarına düşüyor.
TELGRAFIN ETTİKLERİ!
“Karartılmış mevsimler”den geçen bir
anekdotu aktarmak istiyorum.
Henüz telgrafın, ucu yanık mektupların hüküm sürdüğü bir Anneler Günü’nde,
yaşamını Erzincan’ın bir dağ köyünde sürdüren anneme telgraf çekmiştim; “seni seviyorum” demek için.
O tarihlerde, o coğrafyada, telgraf, kötü haber demekti ve okuma yazma
bilmeyen annem, telgraf okunana kadar az daha kalbine yenilecekmiş.
“Yüreğinden başka
taşıyacak yükü olmayan” anneme, dünyayı dar ettiğimi bilmeden!..
Hatırlıyoruz değil mi; annelerimiz kaygılarını bile sevgiye sararak iletiyor.
Hatırlıyoruz değil mi; annelerimiz kaygılarını bile sevgiye sararak iletiyor.
Kanasa parmağımızın ucu, yüreğinin ağzına geldiğini; çıksa ateşimiz; O’nun
kendisini cehennem ateşinde gönüllü yaktığını nasıl unutabiliriz ki!
Başarırsak bir şeyi; kalabalıklar arasında en çok O kaybolur; tümü bize
malolsun diye!
Kaybedersek, O örter üstümüzü; yeniden ayağa kalkabilmemiz için.
Muhtemelen Samuel Becket, annelerimizden ödünç almıştır; “hep denedin hep yenildin, gene dene gene
yenil, daha iyi yenil" sözünü.
Bir yanıyla dramatik öykülerin toplamıdır, esasen anneler.
Bir yanıyla dramatik öykülerin toplamıdır, esasen anneler.
Bugünlerde her işin ucu 12 Eylül’e çıkıyor ya; 12 Eylül günlerinde görüşü
yasaklanmış çocuklarını göremeyeceğini bile bile cezaevi önlerine gitme
kararlılığıdır anne.
O tarihler, zalime kafa tutan çocuklar, “beni buralarda arama anne/ kapıda adımı sorma” dese de, rahminde
sabırla taşıdığı çocuğunu kurda kuşa yem etmeyeceğini dosta düşmana gösterme
bilincidir, annelik!
ŞİİRLER VE ANNELER!
ŞİİRLER VE ANNELER!
Anne, sevgi demektir; sevgi şiiri çağrıştırıyor.
O nedenle bu yazıda biraz fazla dizelere yaslanıyorum.
Örneğin, “Boynuna o yeşil fuları
sarma çocuk /Gece trenlerine binme, kaybolursun /Sokaklarda mızıka çalma çocuk
/Vurulursun..” diyor ya Attila İlhan; ya da daha dün andığımız Deniz Gezmiş
için Can Yücel, “aşk olsun sana çocuk”
diye ya yazıyor ya; hepsine “karanfil
sakızı kokan” annelerimizin ilham verdiğine inanıyorum.
Ahmet Erhan’ın, “Yoruldun artık, bütün gün /didinip durdun /Toprak bile, gök bile, deniz bile /bir yerde yorulur “ dediği annelerimiz için Mayıs’ın ikinci Pazarına denk gelen hareketliliğimiz, ne yazık ki, hemen ertesi gün rutine geri dönüyor.
Ahmet Erhan’ın, “Yoruldun artık, bütün gün /didinip durdun /Toprak bile, gök bile, deniz bile /bir yerde yorulur “ dediği annelerimiz için Mayıs’ın ikinci Pazarına denk gelen hareketliliğimiz, ne yazık ki, hemen ertesi gün rutine geri dönüyor.
Ne zaman kırılsak, sevgilimize; dönüp annemize anlatıyoruz. Ne zaman
altından kalkamadığımız bir yükle karşılaşsak, O’nun el atmasını bekliyoruz.
“Dizlerin duruyor mu
başımı koyacak/Anne ben geldim, oğlun hayırsızın” diyor ya Ahmet Erhan,
muhtemelen bu nedenden dolayıdır Mayıs’ın ikinci pazarını daha cafcaflı
kutlamak geçiyor hepimizin içinden.
O anneler ki, “piyasa”nın sevgimizi dar etmek için üstümüze bu kadar gelmesine rağmen, yanlarına varıp, başımızı göğüslerine yaslamamızla yetindiklerini biliyoruz; işte o anneler, varlıklarıyla hayatın ne kadar renkli olduğunu da kanıtlıyor.
O anneler ki, “piyasa”nın sevgimizi dar etmek için üstümüze bu kadar gelmesine rağmen, yanlarına varıp, başımızı göğüslerine yaslamamızla yetindiklerini biliyoruz; işte o anneler, varlıklarıyla hayatın ne kadar renkli olduğunu da kanıtlıyor.
İLLE DE PAPATYA!
Renk denince insanın aklına bin bir çiçek arasında, ille de papatya
geliyor. Belki de şimdinin papatya mevsimi olmasındandır.
Hani siz küçükken, düşüp bir yerinizi kanattığınızda, anneniz de sizinle
birlikte kanamış, boynu bükük papatyalara dönmüştü ya; şimdi diyorum; gidip
toplamak mümkün değilse bile almanın mümkün olduğu bir demet papatyayla
kapısını çalma günüdür.
Zira şairin, “Boynu bükük papatya olduğuma bakıp sakın aldanma/ yedi kat yerin dibinde örgütlenip saçına takılan bendim” dizeleri, bence tam da annelerimizi anlatıyor.
Zira şairin, “Boynu bükük papatya olduğuma bakıp sakın aldanma/ yedi kat yerin dibinde örgütlenip saçına takılan bendim” dizeleri, bence tam da annelerimizi anlatıyor.
Benim annem, sonsuzluğa göçeli neredeyse bir ömür oldu; üstelik mezarına
uzak bir yerde yaşıyorum ama dört çocuğunun yanına beni de koyarak, O’nun
eksikliğini hiç hissettirmeyen dünya tatlısı yarı annemi ziyaret ederek, kendi
annemize el sallayacağız.
Kutlu olsun; bir ömür, Mayıs’ın ikinci Pazarı tadında geçsin!
(*)8 Mayıs 2010(Cumartesi) tarihinde Haberturk Gazetesi'nin editoryal sayfasında, aynı başlıkla yayımlanan yazının aslı korunarak küçük değişiklikler yapılmış halidir.
Kutlu olsun; bir ömür, Mayıs’ın ikinci Pazarı tadında geçsin!
(*)8 Mayıs 2010(Cumartesi) tarihinde Haberturk Gazetesi'nin editoryal sayfasında, aynı başlıkla yayımlanan yazının aslı korunarak küçük değişiklikler yapılmış halidir.
Yorumlar
Yorum Gönder