KILIK KIYAFET BİR GECEDE Mİ DEĞİŞTİ?
Bugün Kılık Kıyafete Dair Yasal Düzenlemenin 82. Yıldönümü.
3 Aralık 1934’de çıkartılan bir Yasa ile Bazı Giysilerin
Giyilemeyeceği düzenlenmişti.
Bu Yasa’yı kastederek, “bir
gecede kılığımız değişti” diyor bazı aklı eveler.
Oysa azıcık tarih bilgisi olan herkes biliyor ki Kılık
Kıyafet Tartışmasının kökeni, 2. Mahmud’a kadar gider.
Biliyorsunuz; 2. Mahmud, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı
kaldırmış; yerine Avrupai tarzda kurulan “Asakir-i
Mansure-i Muhammediye” isimli orduyu kurmuştu.
GAVUR
PADİŞAH?
İşte bu ordunun kıyafeti olarak da Batı tarzında ceket,
pantolon, fes ve potin olarak belirlenmişti.
Bu durum, başta Şeyhülislam ve ulema tarafından hoş
karşılanmamış; yeni kıyafet değişikliğinin İslam dinine aykırı olduğu ileri
sürülmüş ve bu nedenden dolayı 2. Mahmud’a “Gavur Padişah” denilmişti.
2. Mahmud’un girişimlerinin yalnızca askeri kıyafet
değişikliğiyle sınırlı olmadığını biliyoruz.
Gerçi bugün olduğu gibi o gün de tahammülsüz çevrelerin
saldırısına uğramışlar ama 2. Mahmud, halkın nabzını ölçmek amacıyla iki
adamına setre pantolon giydirerek sokağa bile çıkarmış.
Dikkatinizi çekerim; Mustafa Kemal’in reformlarından yüzyılı
aşkın bir süre önceden bahsediyorum.
Dini kurumların giysilerine ise dokunmamış!
2. Mahmud döneminde başlayan kıyafetlerdeki değişim, önce
sarayda, ardından da zenginler arasında büyük ilgi görmüş.
PEÇE VE
ÇARŞAF NE ZAMANDAN BERİ KULLANIYOR?
19. yüzyılın sonlarına kadar kadınlar ferace takıp, yaşmak
çekerlerken 2. Abdülhamid döneminde peçe ve çarşaf kullanılmaya başlanmış.
Yani “dinimizin emri”
diye ısrar ettikleri peçe ve çarşafın dinle bir ilgisi yokmuş.
Trajikomik bir duruma daha dikkat çekmem gerekiyor.
2. Abdülhamid, askeri kıyafetlerde yeniliğe gidilmesini
hızlandırmış.
Örneğin topçu ve süvari askerlerinde fesi çıkarttırıp kalpak
giydirmiş.
“Vay efendim, sen
misin bunu yapan?” diyerek vaveylayı kopartmışlar.
Hatırlayın; fes giydirilmek istediğinde dine aykırı
demişlerdi ya bu kez de fesi savunup kalpağın dine aykırı olduğunu söylemişler.
Sivil kıyafetlerden şapkanın ilk kez, 20. Yüzyılın
başlarında kullanıldığını görüyoruz.
Evet, daha çok Avrupa’da yaşayan yahut çeşitli diplomatik
ilişkiler için Avrupa’ya giden devlet görevlileri giymiş ama nihayetinde
giyilmiş.
ŞAPKA VE
TÜRBAN
Kılıç Zade Hakkı Bey, 1915’de yazdığı bir yazıda, “Müslümanlığın kıyafet-i mahsusası
olmadığına nazaran şapka giyilmesinde hiç bir zarar yoktur” diyerek
tartışmayı bir üst noktaya taşımış.
Bu arada kadınlar açısından “Türk Türbanı” da, aynı yıllarda Avrupa’da adından bahsettirmiş.
Padişah dahil herkes için tek eşli evlilik, eğitim hakkı,
kadınların adabı muaşeret çerçevesinde giyinmeleri ve daha da önemlisi, sarık
ve cübbenin yanlıca din adamları tarafından kullanılmasına ilişkin tartışmalar,
1910’lardan itibaren yapılıyormuş.
Bugünkü iktidarın o zamanki öncülleri ise biraz isteksiz de
olsalar gelişmeye daha açıklarmış!
Dini ve manevi değerlerin korunması ve kadının tesettüre
uyması koşuluyla istediği eğitimi alabilmesini ve istediği işte çalışabilmesini
uygun görüyorlarmış.
Balkan Savaşı nedeniyle göçüp gelenlerin kıyafetlerinin de
etkisiyle çarşaf ve peçe kullanımı azalmış; hatta 1912’de Amerikan
Büyükelçiliği’nde verilen resepsiyona bir Türk kadın çarşafsız ve peçesiz
katılmış.
Çalışma hayatına da giren kadınlar, daha rahat ve kullanışlı
giysileri tercih etmeye başlamışlar.
Bu kısa özet, kılık kıyafet değişikliğinin Atatürk’ün bir
gece verdiği ani bir kararla olmadığını göstermektedir.
MAZHAR
MÜFİD’İN DEFTERİ!
Zaten kılık kıyafet değişikliği yapmanın gerekliliği, pek
çok insanın zihninde bulunduğu gibi Atatürk’te de, epey eskilere dayanmaktadır.
Mazhar Müfit Kansu’nun anlattığına göre Mustafa Kemal, “söz
uçar, yazı kalır” deyiminin önemine işaret ederek dermiş ki, “Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar
Müfid’in defteri çok işimize yarayacak.”
Mazhar Müfit, “Atatürk’le
Beraber” adlı kitabının 1. Cildinin 131. Sayfasında şöyle yazmaktadır:
“Önce kimseye
söylemeyeceğimize dair söz aldı, ardından tarih koydurdu ve şunları söyledi:
“Zaferden sonra şekli
hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bu bir.
“İki: Padişah ve
hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
“Üç: Tesettür kalkacaktır.
“Dört: Fes kalkacak, medeni
milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bunları duyan Mazhar Müfit, gayri ihtiyarı olarak elindeki
kalemi düşürmüş.
GERÇEKÇİ
OL, HAYAL KUR!
Hatta yazdıklarına bakılırsa “darılmayın ama çok hayalperestsiniz” bile demiş!
“Bunu zaman tayin eder” diyen Mustafa Kemal, ardından da
eklemiş:
“Beş: Latin Harfleri
gelecek.”
Mazhar Müfit’in yanıtı, “Cumhuriyet’in ilanını muvaffak olalım da üst tarafı yeter” şeklinde
olmuş.
Demek ki neymiş?
Hiçbir şey bir gecede olmamış!
Özellikle kılık kıyafete ilişkin tartışmalar, Cumhuriyet
kurulmazdan önce başlamış ve nihayet Cumhuriyet kurulduktan sonra kurucu
kadrolar, başta Medeni Kanun olmak üzere pek çok alanda olduğu gibi kılık kıyafet
alanında da önemli pek çok reformu gerçekleştirmişler.
Sadede gelelim.
Bana sorarsanız, isteyen istediğini giysin.
İsteyen türban taksın; isteyen fes giyip, şalvarla gezsin
ama hiçbir giysinin dini bir kaynağı olmadığını bilsinler.
Hiçbir giysi kutsal değildir!
(*) Bu
yazının hazırlanması sırasında Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin
C. 20, S. 22, Yıl 2011/Bahar Sayısında yayınlanan Necdet Aysal’ın “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Giyim ve Kuşamda
Çağdaşlaşma Hareketi” adlı yazısı ile Araş. Gör. Selami Kılıç’ın, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi’nin S: 16,
Y: 1995’de yayınlanan “Şapka Meselesi ve Kılık Kıyafet İnkılabı” başlıklı
yazıdan yararlanılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder