Getirin O Atı, Onun Sahibi Var!
Devir, kanunun-kuralın yerini eşkıyalığın aldığı; haksızlığın
hukuksuzluğun haddinin hesabının olmadığı, halka zulme uğradığı, Osmanlı devri.
Bolu Beyi örneğinde olduğu gibi devlet adamları “eşkıya” olmuş.
Zaten bu yüzdendir ki sıradan bir fani olan Ruşen Ali, namı
diğer Köroğlu, halkın gözünde “Hızır’a
arkadaş, Kırklara yoldaş” kabul edilmiş!
İşte tarihlere sığmaz O Köroğlu’nun atını çalmışlar.
“Divanından kuş uçurmayan, Bolu
Beyi’ni titreten Köroğlu’nun atını çalmak kimin haddine” diye sormayın; rivayet
böyle.
Olur mu olur!
Nihayetinde “çaldıkları
minareye kılıf uyduranların yaşadığı bir ülke” burası!
Rivayete göre hırsız, çaldığı atı İstanbul’da pazara çıkarmış.
Köroğlu da, tebdili kıyafet, o pazara giderek, satışa çıkartılan kendi atına alıcı
olur gibi yapmış.
“Beğendim ama at dediğin eyerine oturulmadan anlaşılmaz,
müsaade et de bir bineyim” diye de mavra yapmış.
Sonra da atlamış kıratın sırtına ve bir solukta gözden
kaybolmuş.
“ATI ALAN
ÜSKÜDARI GEÇTİ” NE DEMEK?
Ava giderken avlanan hırsız, ardından bakakalmış.
Tuhaf bir teselli cümlesi ama tarihe mal olan “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü de o
bakışın ardından edilmiş.
“İş işten geçti”
demek!
Ama benim asıl dikkatimi çeken, efsanelerde bile “hile ve desise”nin bir yöntem olarak
kabul edildiğine ilişkin verilen subliminal mesajdır.
Dikkat ederseniz, “kapanın
elinde kalır” kuralı geçerli!
O kadar ki “halkın
gözünde mert bir insan, çetin bir bahadır” olan koskoca Köroğlu da, atını geri
alabilmek için hırsızın yöntemlerine başvurmuş.
İşte, YSK’nın, mühürsüz oyları, yasaya aykırı olarak, geçerli
sayması nedeniyle yapılan itirazlara verilen cevap olarak gündeme gelen “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü böyle
bir rivayetten geliyor.
At hırsızlığı sonucu oluşan bu deyimi güya kanunun-kuralın
geçerli olduğu 21. Yüzyıl Türkiye’si için kullanmak, en hafif ifadeyle talihsiz
bir benzetme olmuş.
Oysa iddialar vahim!
Tamamı “evet”
olarak işaretlenen 2.5 milyon mühürsüz oy, kanunun açık hükmüne rağmen geçerli
sayılmış.
Yetinilmemiş; yaklaşık 900 bin oy da, çeşitli bahanelerle
iptal edilmiş.
NEREDE HUKUK, NEREDE VİCDAN?
Ne beklersiniz?
Beklenirdi ki “iddiaların
hepsi araştırılacak; kanunun açık hükmünü ihlal eden bürokratlar hakkında
gereği yapılacak” denilsin.
Ama onun yerine, “atı
alan Üsküdar’ı geçti” denilmiş.
Sizin de göğsünüzün üstüne bir ağırlık çökmedi mi?
Siz de yükü en ağır duygunun, haksızlığa uğramışlık duygusu
olduğunu düşünmüyor musunuz?
Sizin olana, gözünüzün içine baka baka el konulması,
yüreğinizi daraltmıyor mu?
Vicdanların sızlamasını beklersiniz ama kuralsızlığın kural haline
getirildiği bir ülkede vicdan aramak boşuna!
Referandum sürecinin fitilini ateşleyen Bahçeli’nin
gerekçesini hatırlayın:
“Madem” demişti
Bahçeli, “Sayın Cumhurbaşkanını yasal sınırlar
içine çekemiyoruz, o halde fiili durumu hukuki zemine kavuşturalım.”
Hal böyle olunca YSK da elinden geleni ardına koymamış;
hukukun açık hükmüne rağmen fiili bir durum yaratmış.
Ne mi düşünüyorum?
“Anayasayı bir kere ihlal etmekten bir şey
olmaz” sözüne sessiz kalmıştık; oysa bir kere tadına varınca arkası
geliyormuş.
Hatırlar mısınız; ahlak, “birbirimizi
kaybedersek nasıl bulacağız?” diye soran ateş ve suya şu cevabı vermişti:
“Ben kaybedilmeye
gelmem. Beni kaybederseniz bir daha asla bulamazsınız!"
Yalçın Karatepe, “Felsefesi
‘atı alan Üsküdar'ı geçti’ olanların demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve
adalete bağlı olmaları beklenir mi?” diye sormuş.
Gene de emredici bir özelliği olmamasına rağmen yaptırımı
vicdan olan ahlakın, toplumsal ortak
paydamız olacağına inanmak istiyorum.
Toplumun vicdanına seslenerek, ve “Ankara’da hakimler var” sözünün bir düş olmadığına inanarak diyorum
ki “getirin o atı, onun sahibi var”!
Çok güzel bir yazı olmuş. Kalemine sağlık arkadaş... "Ankara'da hakimlerin olduğuna" inanmak istiyorum...
YanıtlaSil