Bekle, O Günler Gelsin İstanbul!
Başlık, bir ütopya üzerinden İstanbul’a seslenen Vedat
Türkali’nin o muhteşem şiirinden!
Türkali’nin, “Boşuna
çekilmedi bunca acılar İstanbul/ Bekle bizi” dizeleri, belki de ilk kez ütopya
olmaktan çıkıp gerçeğe bu kadar yaklaşmaktadır.
Bunu sağlama potansiyeli taşıyan ise Enis Berberoğlu’nun haksız
ve hukuksuz tutuklanmasıyla birlikte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
başlattığı “Adalet Yürüyüşü”dür.
İstanbul’a doğru yol alan “Adalet Yürüyüşü”, Türkiye’nin artık farklı bir güzergaha girdiğinin
işaretidir.
Bu yürüyüş, adaletin terazisinin bozulduğunun; düzelebilmesi
için yeni bir konsensüse ihtiyaç olduğunun göstergesidir.
“GEÇMİŞE
AĞLAMAK FAYDA VERMEZ”
Denilebilir ki ve zaten denilmektedir ki bunca haksızlık ve
hukuksuzluk yapılırken neredeydiniz? Başta Demirtaş olmak üzere HDP’li vekiller
tutuklanırken, işlerini ve ekmeklerini geri almak için bedenlerini açlığa
yatıran Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın dönüşü olmayan yola girdiklerinde
neden sesiniz çıkmadı?
Neden 16 Nisan’da sandığa attığımız irademize rağmen 2.5
milyon mühürsüz oy, yasanın açık hükmüne rağmen geçerli sayılırken kılınız
kıpırdamadı?
Dahasını yapabilir; milletvekili tutuklanmalarının önünü
açan değişikliğin, CHP’li 17 vekilin oyuyla geçtiğini ve bu oylama öncesinde
Kılıçdaroğlu’nun “Anayasaya aykırı ama
evet diyeceğiz” dediğini de hatırlatabilirsiniz.
Hiç kuşkusuz soracağınız her soruda haklılık payı var ancak geçmişin
çetelesi tutularak, geleceğe doğru yol alınmaz.
Sorulabilecek her haklı sorunun yarattığı halenin kendi “cürmü” kadar tepki yaratabildiğini de akılda
tutarak yol alınmalıdır.
SU NE ZAMAN
KAYNAR?
Tıpkı suyun kaynama anı gibi!
Bilindiği gibi normal koşullar altında su 100 derecede
kaynar. Yüzüncü dereceye gelene dek geçen 99 derecelik süreç, esasen hazırlık sürecidir.
Mesele toplum ise buna “zihinsel
ikna süreci” denilebilir.
Örneklerimize dönersek, Demirtaş’ın tutuklanma süreci ve öne
sürülen gerekçe, esasen deprem niteliğindedir; ancak “toplumsal ikna süreci”nin henüz başlangıcındadır. 16 Nisan öncesi
yeşeren umutların üstüne karabulut gibi çöken 2.5 milyon geçersiz oyun geçerli
sayılması da, “suyun kaynama derecesini”
artıran bir başka etkendir. Bu arada Nuriye ve Semih, işlerini istedikleri için
yaptıkları açlık grevi nedeniyle tutuklanmaları; iktidar partisinin önemli
isimlerinin damatları, “sabit adresleri”
olduğu gerekçesiyle serbest bırakılmaları da bu sürecin ısısını artıran
derecelerdir. Adaletin terazisini sarsan, vicdanları kanatan bu gelişmeler, “toplumun zihinsel ikna süreci”nin tamamlandığını
göstermektedir.
Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “bıçak kemiğe dayandı” ifadesi de bunu anlatır.
Yani mesele Berberoğlu meselesi olmanın ötesinde anlamlar
içermekte; bütün bir ülkenin ve hatta evrensel hukukun ilkelerine bağlı
kalmakta titizlik gösteren dünyanın meselesi haline dönüşmüş durumdadır.
İktidarın “adaleti”
de bunu anlamış olacak ki “damat” Kavurmacı
için yeniden tutuklanma kararı almış bulunmaktadır.
İKTİDARIN
LÜTÜFKAR ADALETİ
Evrensel hukukun tarihi, adil olmanın temel kuralının
tutuksuz yargılanma olduğunu göstermektedir. “Damatları” tutuklamak, haksız ve hukuksuz tutuklananları
rahatlatmaz. Adaletsizlikte eşitlik, aklıselim hiç kimsenin talebi olamaz.
Nitekim Kılıçdaroğlu da, haklı olarak, Adalet Yürüyüşünü etkisizleştirmeye
dönük “damat” tutuklamasına karşı
çıkmış; aslolanın, evrensel hukukunda gereği olan, tutuksuz yargılanma olması
gerektiğine dikkat çekmiştir.
Altıncı günü geride kalan Adalet Yürüyüşüne ilişkin
Cumhurbaşkanının önce “iktidarın lütfü”,
ardından da “seni de bir yerlere
çağırırlarsa şaşırma” açıklaması, adalet ihtiyacının ne kadar derin ve evrensel
bir hakkın talep edilmesini darbelerle kıyaslamak, iktidarın nasıl bir açmaz
içinde olduğunu göstermektedir.
Üçüncü sınıf demokrasilerde sıkça görüldüğü gibi muktedirin
hapşırmasıyla nezle olanların hayli fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bunların
başında MHP ve BBP parti yönetimleri ile iktidarın kalemşorları geliyor. Tabanlarının
gösterdiği sempatiye rağmen MHP ve BBP, Adalet Yürüyüşünü “manidar” bulurken, iktidarın kalemşorları, Kılıçdaroğlu’nun
tutuklanmasını istiyor. Oysa protesto bir haktır ve demokrasinin evrensel
ilkelerini benimsemiş devletlerde protesto hakkını kullanmak için kimsenin
lütfüne ihtiyaç yoktur.
Bütün bunlar adaletin ve dolayısıyla demokratik bir
Türkiye’nin ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir. Adalet yürüyüşünün talebi de budur. Bu talebin
gerçekleşebilmesi, ne kadar çok insanın harekete geçebilmesine ve hakkına,
hukukuna sahip çıkmasına bağlıdır.
O GÜN,
BUGÜNDÜR!
Hiç tartışmasız Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşünün simgesel
bir anlamı vardır ama bu simgeye vücut vermek, yalnızca Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin
ötesindedir. İstanbul’a yaklaştıkça kitleselliğin artması; Kocaeli’nden
itibaren sayısı 500 bine ulaşmış bir kitlenin İstanbul’a doğru yürümesi ve
nihayetinde Maltepe Cezaevi’ne giden bütün yolların milyonlarca insan
tarafından doldurulması, Adalet Yürüyüşünü anlamlı kılacak ve belki de AKP
iktidarının son yıllarında yaz boz tahtasına dönüştürülen “yargı bağımsızlığı” kavramına yeni bir içerik kazandıracaktır.
Toplumsal ve siyasal tarihimiz, ne zaman kendimize,
geleceğimize sahip çıkmışsak o zaman muktedirlere geri adım attırdığımızı yazmaktadır.
Şairin yazdığı gibi, “Büyük
ve sakin Süleymaniye, parklar, köprüler, kuleler, meydanlar” ve
Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalı kahveler” ile İstanbul, “Adalet Yürüyüşü”nü bekliyor.
Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalı kahveler” ile İstanbul, “Adalet Yürüyüşü”nü bekliyor.
İşte bu yüzden “Adalet
Yürüyüşü”nün İstanbul karşılaması büyük önem taşıyor.
Kalabalığın tarihimizin gördüğü en görkemli ve en coşkulu kalabalık
olması halinde “iktidarın adaleti”
geri adım atacak; Türkiye, umutlu bir geleceğe uyanacaktır.
O halde bugünün en acil ve en insani görevi, “o gün” için yürüyenlerin yanında olmaktır.
Kendimize,geleceğimize dair umutlar hiç tükenmedi tükenmeyecek de.Adalet için düşülen yollarda ve her durakta her molada umudun çığ gibi büyüdüğüne tanık olmak çok güzel!
YanıtlaSilBu anlamda yazınız çok kıymetli...Kaleminize sağlık.