Ezidi'ye arka çıkmazsan!...
Rivayet bu ya, bir Ezidi, bir Hıristiyan ve bir Müslüman üç
arkadaş, Midyat’ta gezinirlerken, dere kenarında güzel bir bostan görmüşler.
Midyat’ın ağalarından birine aitmiş bostan!
Etrafa bakmışlar, kimse yok!
Dalmışlar
bostana, istediklerini koparıp yemişler.
Sonra da yan
gelip yatmışlar!
Ağa bu!
Su uyur ağa
uyumaz!
Bakmış üç
delikanlı, bostanında uyuyor; üstelik her şeyin tadına baktıklarını da anlamış.
Ağanın canı
çok sıkılmış. Ancak kızgınlığını üçüne karşı aynı anda gösteremeyeceğinin de
farkındaymış.
Önce Ezidi’ye
yönelmiş:
“Ulan” demiş, “hadi İslam ve
Hıristiyanlık hak dini. Onlar benim malımı, benden izin almadan yiyebilirler.
Peki sen bu hakkı nereden alıyorsun?”
Başlamış vurmaya!
Ağa, Ezidi’yi
“yer
misin, yemez misin” diye döverken, diğer iki arkadaşı, hiçbir müdahalede
bulunmamış; sessizce seyretmişler.
Muhtemelen akıllarından, “bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözü geçmiştir.
Ama “yılan”
bu, “dokunmanın tadı”na bir kez vardı mı, bir daha durmaz.
Nitekim öyle olmuş; ağa, Ezidi’yi dövüp, pestil gibi bir kenara attıktan
ve şöyle bir nefeslendikten sonra Hıristiyan’a yönelmiş:
“Ulan” demiş, “Müslüman’ın
malı ortaktır. Bu Müslüman’ın benim malımda göz hakkı var. Peki sen bu hakkı
nereden aldın?”
Bu sefer
başlamış Hıristiyan’ı dövmeye.
Az önce Ezidi
dayak yerken Hıristiyan ile birlikte film seyreder gibi seyreden
Müslüman, ağanın sözleri karşısında gururlanmış ve o tuhaf gururla bu kez
yalnız başına seyretmiş, Ağa’nın Hıristiyan’ı dövmesini.
Ağa, “yer misin,
yemez misin” deyip, Hıristiyan’ı da dövmüş. Ama o kadarla
kalmamış; bu kez dönmüş Müslüman’a!
“Sen” demiş, “benimle aynı
dindensin. Bunu bana nasıl yaparsın; nasıl din düşmanlarımızla bir olup, benim
bostanıma girersin?”
Müslüman’ı da
bir güzel dövmüş!
Üç arkadaş,
tek bir kişiden dayak yemiş olmasına mı yansınlar; arkadaşları dayak yerken
seyirci kalmalarına mı bilememişler. En sonunda Müslüman olan Hıristiyan’a
dönüp, “Ezidi’ye
sahip çıkacaktık” demiş.
Demiş ama iş
işten geçmiş!
“17
OY”UN CEREMESİ!
Bu kıssadan hisseyi hatırlamamı sağlayan CHP Milletvekili Enis
Berberoğlu’na 25 yıl hapis cezası verilmesi oldu.
Hakkındaki davayı da, gerekçesini de biliyorsunuz.
Güya, Berberoğlu, MİT'e ait TIR'ların durdurulmasıyla ilgili
görüntüleri deşifre ederek, “örgüte
yardım ve yataklık” yapmıştı.
Milletvekili ama “damat”
olmadığı için hemen tutuklandı.
Neye göre?
CHP’nin de destek verdiği “dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin yasal düzenleme”ye göre!
Berberoğlu, dokunulmazlıkların kaldırılması için evet oyu vermemiş
ama bildiğim en az 17 CHP'li vekil, evet oyu kullanıp, dokunulmazlıkların
kaldırılması için manivela görevi gördüklerini biliyoruz.
O “17 oy”, evrensel
“yasalar geriye doğru işlemez” hukuk
kurallarının çiğnenmesine vesile olmuştu. Kılıçdaroğlu’nun HDP ile aynı kefede
değerlendirmekten korktuğu için "Anayasaya
aykırı ama evet oyu vereceğiz" dediği işte böyle bir hukuksuzluğun
sonucudur.
O hukuksuzluğun sonucudur Berberoğlu’nun başına gelen.
O “17 oy”un içinde,
kararı, "Diktatörü nasıl hoşnut ederim derdindeki
yargıçların muhalefete göz dağı" olarak değerlendiren Engin Altay, “CHP faşizme teslim olmayacak" diyen Özgür Özel ve “Yarın
saat 11’de Güven Park’ta olacağım. Elimde sadece bir afiş olacak. Adalet yazacak
üzerinde. Adalet” diyen CHP’nin Genel
Başkanı Kılıçdaroğlu var mıydı?
Varsa da artık bir önemi yok!
CHP, HDP’ye yönelik, haksız ve hukuksuz operasyonlara karşı bilinçli
bir suskunluk içine girdi; çünkü AKP İktidarı kendisini ne kadar güçlü
hissederse hissetsin devleti kuran CHP’ye yönelik operasyonel bir adım atmaya
cesaret edemeyeceğin yanılgısı içindeydi.
Ne büyük yanılgı!
O yanılgının bedeli, şimdilik, kamuoyu tarafından zaten
bilinen bir haberin haberleştirilmesine aracılık eden Berberoğlu’nun
tutuklanması oldu.
“SUSMA,
SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK”
Şimdilik diyorum; zira Türkiye’nin başına gelenler, giriş
bölümünde anlattığım “üç arkadaş”ın
başına gelenlerin “ikinci evresi”
niteliğini taşıyor.
Umarım “üçüncü evre”yi
yaşamayız.
Umarım Kılıçdaroğlu’nun “adalet
istiyorum” çağrısı, Türkiye’yi “Ezidi’ye
arka çıkacaktık” pişmanlığını yaşamaktan kurtarır.
Gelinen nokta, Valtaire’in, “…yazdıklarınızdan nefret ediyorum ama yazmaya devam etmeniz için canımı
veririm” sözünün bir kez daha doğrulandığını göstermektedir.
Demek ki neymiş?
Her koşul ve durumda evrensel kuralı savunmak gerekirmiş!
Bu veciz sözün bizdeki karşılığı, “susma, sustukça sıra sana gelecek” şeklindedir.
Yorumlar
Yorum Gönder