17 Ağustos Depremi, kader değil, ihmaldir!
17 Ağustos 1999 Depreminin üzerinden tam 19 yıl geçmiş.
Gece 03.02’de, Gölcük merkezli ve 7.4 şiddetinde gerçekleşen
o depremde, resmi verilere göre yaklaşık 18 sekiz bin insan ölmüş, 100 bine
yakın insan yaralanmış ya da sakat kalmıştı.
Deprem felaketi, 130 bin bina yıkmış; 600 bin insanı evsiz bırakmıştı.
Elbette gerçekleştiği bölge itibariyle Türkiye ekonomisini
derinden sarsan sonuçlar üretmişti.
Depremin ilk şaşkınlığı atıldıktan sonra başta kamu
kurumları olmak üzere herkes görevini unutup, çürük binalar inşa eden
müteahhitleri suçlamıştı.
O furyada gözaltına alınıp cezalandırılan müteahhitler,
depremin müsebbiplerinin simgesi olan Veli Göçer dışında Rahşan Affı ile
salıverilmiş; ateş düştüğü yeri yakmakla kalmıştı.
17 AĞUSTOS
BİR FELAKETTİ!
Veli Göçer de, aldığı cezayı tamamlayarak, salıverilmiş;
böylece çıkartılması gereken hiçbir ders çıkartılmadan, 17 Ağustos Depremi, tarihteki
“büyük depremler” defterine
kaydedilerek, unutulmaya bırakılmıştı.
17 Ağustos Depremi gerçek bir felaketti ama o felaketten
dersler çıkarabildik mi?
Elbette hayır!
Gerçekleşen afetten sonra müdahale etmek, geride kalanlara
el uzatmak, neden olanlardan hesap sormak bir kamusal görevdir; ancak, asıl
yapılması gereken şey, gerçekleşmesi muhtemel afetlerin etkilerini ve
zararlarını en aza indirecek çalışmalar yapmaktır.
Dünya ölçeğinde 17 Ağustos’tan önce de büyük depremler
olmuştu, 17 Ağustos’tan sonra da!
Her ülkede olabilir ama insan yaşamına önem veren, sağlıklı,
güvenli ve yaşanılabilir kentleri bilimsel bilginin rehberliğinde kuran
ülkelerde, depremin şiddeti ne kadar büyük olursa olsun, yitirilen can ve mal
kaybı düşükken; Haiti’den Peru’ya, Endonezya’dan Türkiye’ye kadar gerçekleşen
depremlerde can ve mal kaybı daha yüksek.
Neden mi?
Çünkü bilimin yerine kaderciliği esas aldıkları için!
GÖSTERMELİK
DEĞİL, GERÇEK ÖNLEMLER ALINMAZSA!..
17 Ağustos Depremi başta olmak üzere son yıllarda yaşanan
afetler göstermektedir ki bu afetlere karşı durmak, göstermelik
cezalandırmalarla mümkün değildir.
Araştırmalar, doğal afetlerden en fazla etkilenen ülkelerin
başında gelen Türkiye, depremlerde insan kaybı açısından dünyada üçüncü,
etkilenen insan sayısı açısından sekizinci sırada olduğunu göstermektedir.
Topraklarının % 66’sı, nüfusunun % 70’i, sanayi tesislerinin
% 76’sı deprem bölgeleri üzerinde yer almaktadır. Afetlerde ortalama olarak her
yıl bin kişiyi ve 9 bin konutu kaybetmektedir.
Buna bir de, çarpık kentleşmeyi, imar planlarına aykırı
yapılaşmayı, denetim yapması gereken kurumların duyarsızlığını ve elbette
yerel yönetimlerin yetersizliğini eklerseniz, karşılaşılması muhtemel tablonun
hiç de iç açıcı olmadığı görülecektir.
Hiç kuşku yok ki, insanlar, doğal afet yaratmazlar; ancak,
oluşan doğal afetlerin etki ve sonuçlarını azaltabilirler de, 17 Ağustos
Depremi’nde olduğu gibi çoğaltabilirler de!
Çünkü bazı depremlerin etkisi, şiddetinden daha büyük
olabiliyor; 17 Ağustos, işte böyle bir depremdir.
DEPREM
RİSKİ AZALTILABİLİR VE YÖNETİLEBİLİR!
Başta deprem olmak üzere afetler, toplumun tümünü yakından
ilgilendiren doğal bir süreçtir; dolayısıyla “depremden kaçılmaz” ama dünyadaki örnekler göstermektedir ki, “bir yanağımıza vuran kadere diğer
yanağımızı uzatmak” durumunda değiliz.
Bu sorunun farkına varmış olan dünya, müdahaleci
yaklaşımları terk etmiş; risk azaltıcı ve yönetici bir anlayışı benimsemiş
durumdadır.
Yapılması gereken işlerin başında, önlem alma ve zarar
azaltma kültürünü yaygınlaştırmak gelmektedir.
Peki kim üstlenecektir bu sorumluluğu?
Elbette kamu bilinci gelişmiş, belediye yönetimleri!
Bu cümle, güvenli, yaşanabilir kentler yaratmak için yaklaşan
yerel yönetim seçimlerine “Halkçı-Devrimci Belediyecilik” anlayışıyla hazır
olmanın gerekli olduğunu gösteriyor.
17 Ağustos ve benzer acıları bir daha yaşamamak için
afetlere karşı duyarlılığı yüksek bir toplum; sorumluluğunun bilincinde olan
kamusal yönetim ve halk için halkla beraber belediyecilik yönetimini örgütlemek
mümkün.
O halde, başarılı ve model yerel yönetimler oluşturabilmek
için “kerameti kendinden menkul”
parlak adaylar değil, devrimci programlar ile halkın karşısına çıkılmalı; 2019’a
bu bakış açısıyla hazır olunmalıdır.
(*) Bu yazının orijinal hali, 16 Ağustos 2011 günü, aynı başlıkla Haberturk gazetesinde yayınlanmıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder