Tepeden Tırnağa Muhalif Bir Halk Ozanı
Aşık Mahzuni Şerif, 1940[1]
yılında, Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesine bağlı Berçenek Köyünde doğdu. Asıl adı
Şerif Cırak olan Mahzuni’nin babasının adı Zeynel annesininki ise Döndü’dür.
Kendi geçmişini anlattığı bir dörtlüğünde şöyle demektedir:
“Göçüm kalkmış Acemistan boyundan
Sülalem sulanmış Dersim suyundan
Dünyaya geldik Zeynel soyundan
Hemen gitme tatlı
canım geri dön.”
Köken olarak Barginekli
Ağuçan Türkmenleri'nden gelen Aşık Mahzuni’nin doğduğu köyde ilkokul olmadığı
için bir süre Elbistan’a bağlı Alembey Köyü’nde Lütfü Efendi Medresesinde eski
Türkçe dersleri alarak okuma ve yazma öğrendi.

KUR’AN
EĞİTİMİ ALAN SAĞLAM BİR MUHALİF!
Kur'an eğitimi aldığı da vakidir!
Mahzuni o günleri şöyle anlatmaktadır:
“Köyde ilkokul yokmuş
o zamanlar. Belli bir yaşa gelen çocuklar Elbistanın Alembey Köyü'nde Hacı
Lütfi Efendi' nin açtığı Hafız Kuran kursuna gidermiş. Yaşım öğrenim çağına
geldiğinde babamın isteği üzerine ben de Lütfi Efendinin medresesinde hafız
kursuna devam etmek üzere Alembey köyüne gittim, geldim... Bizim çevremizde
kocaman bir yobaz bulutu döner. Hacı Lütfi Efendi hiç çekinmeden, canının
istediği şekilde, bilmediğimiz dillerle, bilmediğimiz isimlerle fetvalar
verirdi durmadan. Arapçayı o zaman öğrendim. Şimdi Arapça yazıp okuyabiliyorum.
Lütfi Efendinin medresesinde üç buçuk sayfada kaldım.”[2]
Bercenek Köyüne ilkokul gelir gelmez kaydolan ve zamanda
bitirip ilkokuldan mezuniyet diplomasını alan Aşık Mahzuni, askerliğe heves
etmiş bu nedenle 1956’da Mersin’de bulunan Astsubay Hazırlık Okulu'na girmiş,
buradan 1959’da iftiharla mezun olmuştur. 1960 yılında Ankara Ordu Donatım
Teknik Okulu'nu bitirmiş; sonraki yıllarda okuduğu Ordonat Teknik Okulu
mahkemeye dönüştürüldüğü için okuduğu sınıfta yargılanmıştır. Her astsubay gibi
O da, 27 Mayıs 1960 Darbesinde görev almıştır.
Bu arada daha ilkokul çağında, 12-13 yaşlarındayken anne ve
babasının zoruyla nişanlandığı dayısının kızı Emine ile 17 yaşındayken İmam
Nikahı yaparak evlenmiş; bir de kızı olan Mahzuni, bu evliliğini
sürdüremeyeceğini anlayınca yazdığı bir mektupla Emine’yi boşamıştır.
YERLEŞİK
DÜZENE MUHALİF!
Askerliğe olan ilgisi devam eden Mahzuni’nin bir başka
ilgisi de bağlamadır. Astsubay Okulu’nda okurken Aşık Fezali olarak da bilinen
amcası Behlül Baba’dan öğrendiği bağlamaya olan ilgisi artıp, şiirler, türküler
söylemeye başlayınca gördüğü baskılar sonucu ordudan ayrılmak zorunda
kalmıştır.
1961’de İtalyan
asıllı 14 yaşındaki Sovina adlı bir kıza gönül vermiş; Sovina’yı kaçırıp
Berçenek’e getirmiş kızın ailesinin şikayetine rağmen adını Suna yaptığı bu
kadınla evlenmiş ve Ferhat, Şirin ve Emrah adlı üç çocuğu olmuştur.
Mahzuni, o günleri şöyle anlatmaktadır:
“Bir yandan 14
yaşındaki kız kaçırmış bir kişi, bir yandan okul kaçağı, bir yandan da askere
gitme çağı gelmiş bir asker kaçağı olarak aranıyordum.”[3]
1964’de askere giden Mahzuni, daha kundakta olan Emrah’ın
hastalanınca götürüldüğü doktor tarafından bakılmaması üzerine sonradan çok
ünlü olan “aman doktor bak bebeğe”
adlı türküsünü yazmıştır. Bu olaydan kısa bir süre sonra Suna da kendisini terk
etmiş, Mahzuni, Ankara’ya yerleşmiştir. Bu arada Fikret Otyam ile tanışmış;
Otyam’ın girişimleriyle gazetelerde Mahzuni’den bahseden yazılar çıkmıştır.
TİP[4]’in
desteklediği Aşıklar Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Mahzuni, üçüncü
evliliğini, akrabası da olan Fatma ile 1971’de yapmış, bu evliliğinden de dört
çocuğu olmuştur.
YAŞADIĞI
DÖNEMİN PİR SULTANI BİR MUHALİF!
Aynı yıl verilen 12 Mart Muhtırasına karşı çıkan Mahzuni,
dönemin Başbakanı Nihat Erim’i eleştiren “Erim
Erim Eriyesin” adlı türküsü nedeniyle 10.5 ay hapis yatmıştır.[5]
Hapisten çıktıktan sonra 1973’de ziyaret ettiği Aşık Veysel
tarafından ayakta karşılanmış; O güne kadar kimseyi ayakta karşılamayan Aşık
Veysel, “gelen Pir Sultan olsa gerektir”
demiştir.
Mahzuni’ye “günümüzün
Pir Sultan’ı” denilmesinin böyle bir arka planı mevcuttur. Mahzuni’de bir
sohbette Aşık Veysel’e ve Pir Sultan
Abdal’a olan yakınlığını şöyle anlatmaktadır:
“Geçmişteki ozanları,
yaşayan ozanları bir bir inceledim. Kendime yol gösterici, eylem kılavuzu
olarak seçtiğim Pir Sultan oldu. Ses olarak etkilendiğim Davut Sulari’dir.
Toprak çocuğuyuz. Toprağa karşı özlemimiz vardır. Bunu da en iyi dile getiren
Veysel Baba idi. Belirli bir derecede onun da etkisinde kaldım. Davut
Sulari’den esinlediğim sese, Âşık Veysel mülayimliğini kattım. Düşün felsefemi
de yukarıda belirttiğim gibi Pir Sultan’dan aldım.”[6]
1989’da kurulan Halk Ozanları Derneği Başkanlığı da yapan
Mahzuni, ürettiği 58 kaset ile 1998’de, dünyada yaşayan üç büyük ozan arasında
birinciliğe oturmuş; 2001’de, “ben değil
yedi sülalem Kızılbaş” dediği için hakkında soruşturma açılmıştır.
1997’den itibaren nükseden hastalığı, 17 Mayıs 2002’de O’nu
aramızdan almıştır.
Kendisini sol ve demokrat olarak tanımlayan Mahzunu,
1963’den sonra benimsediği sol söylem nedeniyle pek çok kez tutuklanmış ama
şiir ve türkülerinde sistemi eleştirmekten geri durmamıştır. Zammı eleştiren “Bu ne biçim adalettir /Öldürecek zam
fakiri /Açlık en büyük nahlettir /Öldürecek zam fakiri” dörtlüğüyle
başlayan şiiri buna örnektir.
SİSTEME
MUHALİF!
Sistemi eleştiren “yuh
yuh” şiiri de, Mahsuni’nin politik duruşu açından önemlidir:
“Ne demek efendim beyle amele
Fakir soymak yakışır mı kemâle
Rüşveti hak bilip her dakka hile
Yapıp yapıp kafa
çektim ise yuh.”
Zamma karşı çıkan Mahzuni’de, aşağıya alınan dörtlükte
olduğu gibi bağımsızlık vurgusu da çok yüksektir.
“Türk Milleti Türk Milleti
Nerden gelmiş elin iti
Bu gidişin sonu kötü
Amerika katil katil.”
Mahzuni Şerif, politik duruşundaki bu durumu açıklarken
şöyle demektedir:
“O güne kadar halk ozanlığı sürekli olarak
istismar edilmişti. Halk şiiri geleneği, gül, bülbül, çiçek edebiyatı ile
uyutma perhizi olarak kullanılmıştı. İlk amacım bugüne kadar süre gelen bu
kalıpları kırıp, yıkmak oldu. (Şiirlerimde) olaylardan ve halk yaşamından
aldığım gerçekleri konu olarak işledim.”[7]
YURTSEVER
BİR MUHALİF!
Mahzuni’deki bu sol duruş, vatan sevgisiyle örtüşürken,
Kıbrıs meselesinde hızla milliyetçi bir çizgiye gelmektedir. Bir şiirinde, “Türkü, Kürdü, Arap ile Çerkez’e / Gölge
olan otağına kurbanım” derken Kıbrıs Savaşı için “Duracak zaman değildir /Yürüyün zalim üstüne /Ölen ölsün kalan yeter
/Yürüyün Kıbrıs üstüne” demektedir.
Aslında çelişkili gibi görünen bu durumu Arif Sağ,
Mahzuni’nin iki dönemi olarak tasnif etmektedir. Arıf Sağ’a göre “Mahzuni’yi değerlendirirken ikiye ayırmak
lazım, öyle değerlendirmek lazım. Çünkü ikisi de önemli. Birincisinde
Mahzuni’yi ülkedeki devrim hareketinin içinde görüyorsunuz. Sonra 80’den sonra
Mahzuni’yi daha böyle bir felsefi yapının içerisinde görüyorsunuz. Daha
olgunlaşmış, daha slogan dışı, daha böyle akıl verici şiirlerine
rastlıyorsunuz. Tabi bu Mahzuni’nin yeteneğinden kaynaklanıyor.”[8]
Mahzuni, şiirlerinde ülkenin sorunlarına, aşka, sevgiye ve
özellikle son dönemlerde tasavvufi konulara yer verdiği gibi sağlık
sorunlarının doruk noktasına çıktığı 1970’li yıllarda sık sık doktorlara
gönderme yapmıştır. Aşık Mahzuni’nin bu konuya yönelik yaklaşık 20 şiirinin en
ünlüsü “aman doktor”un ilk dörtlüğü
şöyledir:
“Berçenek’ten yaya geldim
Aman doktor bak bebeğe
Beşiğini elden aldım
Aman doktor bak
bebeğe.”
Mahzuni de bir çeşit halk aşığıdır. Ancak kendisine
bildiğimiz halk aşıklarından farklı bir yol çizmiştir. Aşık Mahzuni’de, halk
aşıklarında bulunan atışma, deyişme ve karşılama gibi eserler yazmadığı gibi
hikaye de anlatmamıştır. Ama yeri
geldiğinde hiç başvurmadığı deyişmeyi doğaçlama yapabilme yeteneğine sahip
olduğunu da göstermiştir.
“Genellikle âşık
uygulamalarının hiçbirini yerine getirmemekle beraber Mahzuni Şerif, İbrahim
Tatlıses’in sunduğu TV programında, beraber konuk olarak katıldıkları Âşık
Murat Çobanoğlu ile doğaçlama bir deyişme yapmıştır. Ayağını kendi açtığı ve
müziğini kendi belirlediği deyişme karşılıklı dörder dörtlük söylenmesiyle sona
ermiştir.”[9]
ÜRETKEN BİR
MUHALİF!
58 kasedi, türkülerinin yer aldığı toplam 8 kitabı
yayınlanan Mahzuni’nin, gidereyak
yazdığı şu dörtlük, O’nun hayatının özeti gibidir:
“Yüreğime yare geldi,
Zaman doldu sıra geldi
Benim Bayram günüm geldi
Süslenecek hal mı
kaldı.”
Mahzuni’yi anmayı amaçlayan bu yazıyı, O’na dair bir
değerlendirme ile kapatalım:
“Bir sanatçının
toplumdaki yeri, üstlenmiş olduğu görevle doğru orantılıdır. Görevini hakkıyla
yerine getiren sanatçı ise toplumun benimseyip sevdiği sanatçılar arasında üst
sıralarda yer edinebilendir. Aşık Mahzuni Şerif örnek sanatçı kişiliği ve
sorumluluğunun bilincinde aydın kimliğiyle Türk insanının gönlünde taht kurmuş,
sevilen sanatçılar içerisinde hep üst sıralarda yer almıştır. Aşık Veysel’le
birlikte yirminci yüzyıla damgasını vuran iki büyük halk ozanından biri olan
Mahzuni Şerif, anlaşılır bir dille söylediği şiirlerinde bağrında yetiştiği
halkın sorunlarını dile getirmiş ve yaşamı boyunca halkının gözüpek bir sözcüsü
olmuştur.”[10]
17 Mayıs 2002’de sonsuzluğa göçtü.
Anısına saygıyla!
[1] Aşık
Mahzuni, bir sohbetinde, “1939 yılında Afşin' e bağlı Berçenek köyünde
doğduğumu söyler büyüklerim” demektedir. Ancak nüfus kaydında 1940 olarak
gözükmektedir.
[2] http://www.mahzuniserif.com/sayfa/ana.htm
(E. T. 03.10.2015)
[3] http://www.mahzuniserif.com/sayfa/ana.htm
(E. T. 03.10.2015)
[4] TİP:
Türkiye İşçi Partisi, Başkanlığını Behice Boran’ın yaptığı ve 1965 seçimlerinde
yüzde 3 oy ve 15 milletvekili ile parlamentoya giren sol parti.
[5] Mahzuni,
bu konuya ilişkin sohbetinde, Nihat Erim’in, “Bir halk ozanı, Başbakan'ı sevmek
mecburiyetinde değildir." şeklindeki ifadesi nedeniyle az ceza aldığını
belirtmektedir. Mahzuni, “Erim, şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim. Olmadığı için
10.5 ay yattım” demiştir.
[6] Yağız,
Süleyman; İşte Bizim Mahzuni, Hasat Yayınları, İstanbul, 1999, s. 12-13.
[7] Yağız,
Süleyman; s. 13.
[8] Irmak,
Yrd. Doç. Dr. Yılmaz; “Aşık Mahzuni Şerif’in Şiirlerinde Milli Birlik ve
Beraberlik İşlevi”, Studies of the
Ottoman Domain, C.4, S.7, s. 40.
[9] Özdemir,
Arş. Gör. Erdem; “Âşık Ve Ozan Kavramlarının Günümüz Türkiye’sinde Müzikal Ve
Edebi Yönden Tanımlanması”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Akademik Bakış
Dergisi, Ocak-Şubat 2013, S. 34, s.1-17.
[10]
Zavotçu, Yrd. Doç. Dr. Gencay; “Şiirleriyle Mahzuni Şerif”, Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Y. 2003, S. 27, s. 281-286.
Yorumlar
Yorum Gönder